Hudeybiye... Mekke yakınlarında Medine'ye dokuz konaklık uzaklıkta yer alan bir küçük köy. Hicretin altıncı yılında bu küçük köy, bir büyük imtihan ve sonradan geleceklere bir ibret vesikası teşkil edecek olaylara sahne olmak üzere seçildi. Alemlerin varlık sebebi, insanlıkta zahir ve batının doruk noktası, tüm kavimleri kuşatıcı ve topyekün kurtarıcı bir müjdeyle gelen Allah (Celle Celalühu)'ın habibi, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin önderliğinde, o yüce Peygamberin zahirî nazarlarına muhatap olup, bu şerefli ümmetin seçilmişleri arasına girmiş yaklaşık 1400 kişilik sahabe topluluğu Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gördüğü bir rüya üzerine umre yapmak için Medine'den Mekke'ye doğru yola çıktı. Olayı haber alan Mekke müşrikleri kesin tavır koyarak Müslümanları Mekke'ye sokmamak kararı aldı. Müslümanlar Hudeybiye'de konaklama kararı aldıktan sonra elçiler aracılığıyla görüşmeler başladı. Elçi olarak gönderilen Hz. Osman (r.a.)'ın öldürüldüğü haberi gelince Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah (Celle Celalühu)'ın emri üzerine orda bulunan sahabenin kendisine biat etmelerini istedi. Böylece hakkında ayet indirilen ve biati kabul edilen sahabenin övüldüğü. "Rıdvan Biati" gerçekleşti. Bu haber Kureyşlileri korkuttu. Üç gün aradan sonra Hz. Osman (r.a.)'ın geri dönmesiyle tekrar anlaşma için görüşmeler başladı.
Nihayet müşrikler Süheyl bin Amr başkanlığında anlaşma heyetini gönderdiler. Uzun görüşmeler sonunda genelde hükümleri Müslümanların aleyhinde gibi görünen anlaşma maddeleri üzerinde görüş birliğine varıldı. O anda müşrik heyetinin başkanı Süheyl'in oğlu Ebu Cendel (r.a.) müslüman olduğu için zincirlere vurulmuş olduğu halde kaçarak müslümanlara sığındı. Süheyl anlaşma maddeleri gereğince oğlunun tekrar iade edilmesini istedi. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anlaşmanın henüz imzalanmadığını söyledi ise de Süheyl aksi halde anlaşmayı imzalamayacağını ve geri döneceğini söyledi. Hikmet ve feraset menbağı Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu anlaşmanın mutlaka imzalanmasından yanaydı. Neticede sahabenin itirazları, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın kendisine sabır tavsiyesi ile Ebu Cendel (r.a.) müşriklere geri teslim edildi. Sahabeler bu anlaşma ile çok istedikleri halde umre yapamamış, Kabe'yi tavaf edememiş, görünüşte aleyhlerine gibi olan bir takım ağır hükümleri kabullenmiş olmanın sıkıntısı içinde rahatsızlıklarını gizleyemiyorlardı. Gelişen olayların izahını kendi kendine bir türlü yapamayan Hz. Ömer (r.a.) neticede Resulullah'ın huzuruna çıktı. Sorularına cevap aldığı halde sakinleşmek için bir de Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in yanına koştu. Hz. Ebu Bekr...
Bu seçilmişler topluluğunda şüphesiz en önde olan, sadakat, rikkat ve merhamette örnek insan. Akılları iflas ettiren Miraç hadisesinde olduğu gibi burada da tam bir huzur içinde, sıdk abidesi, gibi dimdik ayakta. Resulullah'ın her söz ve hareketinin kayıtsız ve şartsız tasdik makamının en büyük temsilcisinin cevabı malum... Ve Hz. Ömer (r.a.) de sükunet ile beraber yaptıklarından dolayı diğer sahabilerle birlikte müthiş bir nedamet...
Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emri üzerine kurbanlık develer kesilip, saçlar traş edilerek dönme hazırlıklarına başlandı. Mekke ile Medine arasında Kürâü'l-Gamim mevkiinde müslümanlara yakında büyük fetih ve zafer kapılarının açılacağını bildiren "El-Fetih sûresi nazil oldu. Sûrenin ilk ayetinde Cenab-ı Hak "Ey Resulüm! (Mekke'nin ve diğer memleketlerin fethine sebep olacak Hudeybiye sulhu ile) biz sana gerçekten apaçık bir zafer verdik!" ve yirmiyedinci ayetinde ise; "Andolsun ki Allah, gerçekten peygamberine o rüyayı hak olarak, doğru gösterdi. Yine andolsun ki, inşaallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarını traş etmiş, kısaltmış olduğunuz halde korkmaksızın mutlaka Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi ve Mekke fethinden önce yakın bir fetih (Hayber'in fethini) yaptı." buyurarak Resulünü tasdik edip müslümanları müjdeliyordu.
Çok kısa bir zaman içinde bu anlaşmanın müsbet sonuçları tek tek görülmeye başlandı. Her şeyden önce Kureyş müşrikleri bu anlaşma ile müslümanları bir güç olarak kabul edip İslâm Devletini resmen tanımış oldular. Müşriklerle devamlı harp halinde olmaları müslümanları bu ilahi müjdeyi diğer insanlara ulaştıracak manevî tebliğ görevini yapmalarına engel oluyordu. Anlaşma gereği müslümanlarla serbestçe görüşme imkanı bulan müşrikler, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önderliğinde her biri Kur'ân ahlâkının numunesi olan sahabenin yaşantısı, ticaret anlayışı ve dürüstlüğü karşısında eski taassuplarını kaybederek, İslâm dininin kalb ve akılları fetheden manevî cazibesine kapılmaya başladılar. Mekke'nin fethine kadar geçen iki yıl gibi kısa bir sürede, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in peygamberliğinden Hudeybiye anlaşmasına kadar geçen yaklaşık yirmi yıllık süre içinde müslüman olanlardan çok daha fazla sayıda kişi müslüman olma şerefine nail oldu. Umre yapmak için sahabelerin sayısı bindörtyüz civarında iken iki yıl sonra Mekke'nin fethine gidildiğinde bu sayı onbini buluyordu. Yine bu dönemde zahiri kılıçla asla İslâmı kabul etmeyen, bir siyâset dahisi olan Amr bin Âs (r.a) ve bir savaş stratejisi uzmanı olan Halid bin Velid (r.a.) gibi şahsiyetler İslâmın nurlu manevî fethine gönüllerini kaptırarak müslüman olma şerefine eriştiler.
Allah-u Teâlâ, İslâm dininde hakiki zaferin, manevî sahada gönüllerin fethedilmesi, insanların böylece İslâm halkasına dahil edilmesi olduğu gerçeğini, Hudeybiye anlaşmasını "Feth- i Mübin" yani "apaçık bir fetih" olarak tavsif ederek anlatıyordu. Buna işaretle İmam-ı Zühri "Hudeybiye anlaşmasından önce İslâmda, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır..." denilmiştir.
İbn-i Kesir tefsirinde aynı konuya müçtehid sahabi İbn-i Mes'ud (r.a.) "siz fetih olarak Mekke'nin fethini kabul ediyorsunuz. Halbuki biz, asıl fetih olarak Hudeybiye antlaşmasını sayıyoruz!" rivayeti yer almaktadır. Allah (Celle Celalühu)'ın "apaçık bir fetih" olarak tavsif ettiği gönüllerin fethi olayı Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin şahsında tüm incelikleriyle teşhir edilip, kemâl bulduktan sonra sahabe ve tabiin zinciriyle Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zahir ve batındaki mirasçıları olan veliler yoluyla günümüze dek ulaştı.
O veliler için Allah-u Teala Yunus Sûresinin 62-64. ayetlerinde; "Haberiniz olsun ki, Allah'ın veli kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlar için müjdeler vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. Bu, en büyük saadetin ta kendisidir" buyuruyor. Takvaya ermiş olanların vasıflarını ise Bakara sûresinin 177. ayeti kerimesinde özetle: Sıhhatli bir itikat (tahkiki iman) sahibi olmak, Allah'ın kulları ile güzel geçinmek, Nefsini tezkiye etmiş olmak şeklinde bildiriyor. Bu ayet hakkında Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Her kim bu ayet ile amel eder ise imanını kemale erdirmiş olur" buyuruyor.
Said İbn-i Cebeyr (r.a.), Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize "Allah'ın veli kulları kimlerdir?" diye sorulduğunda "Onlar, öyle kimselerdir ki; görüldükleri zaman Allah (Celle Celalühu) hatıra gelir." hadis-i şerifini rivayet etmiştir.
Her dönemde Allah (Celle Celalühu) gönül fethi için görevlendirdiği, veli kullar yani mürşid-i kâmiller bulunmuştur. İmam-ı Rabbani (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hazretlerinin Mektubat'ında buyurduğu gibi kıyamete kadar da hiç eksik olmayacaklardır. Aksine bir iddia haşa Allah-u Teala'yı adaletsizlikle suçlamaktır ki bu çok büyük bir cürümdür!
Gönül fethine memur Allah (Celle Celalühu)'ın veli kulları karşısında, küfrün temsilcisi kafirler, sinsice düşmanlık eden münafıklar yer aldığı gibi, sıhhatli itikatden nasibini almamış, haberdar olamadıkları nefislerinin binbir hile ve desise ile en ücra köşesine kadar istilaya uğrattığı kalplere sahip insancıklar yer almışlar ve hala yer almaktadırlar.
Günümüzde, nefsini bilip Rabbine yakın olmak isteyen alimlerin günah deryasında çırpınıp duran ve kurtuluş yolu arayanların ümit kapısı haline gelmiş Allah'ın kendisine lütfettiği o büyük manevî tasarruf ile milyonlarca insanın hidayetine vesile olan, onlara kulluğun hakikatini öğretme yolunda kılavuzluk edecek görevini malıyla, canıyla fisebilillah yapan bir "GÖNÜLLER FATİHİ"'nin itikad ile ilgili sohbetini nakledelim: Gönüller fatihinin huzurunda o günlerde çok bahsedilen İslâm alemine lider olma heveslisi olan, ancak sıhhatli itikadden nasibini almamış birisinin icraatleri hakkında övgüyle bahsediliyor ve neticede fikri soruluyor. Cevab "Bir kişi ki; sabaha kadar secdelerde kalsa akşama kadar da kılıç sallasa, Allah'a itikadı Allah'ın istediği gibi değil ise, Allah katında Onun hiç bir ameli yoktur." Rabbim bizleri nefsinin heva ve heveslerine uymayıp, rızasına samimiyetle talip olan, imanın hakikatleri kalbin tasviyesi ve nefsin tezkiyesi yolunda kılavuzluk yapan Peygamber varislerinin kıymetini bilen, onlardan hakkıyla istifade edenlerden olmayı nasip eylesin. (Amin)
"Rabbimiz! Unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize yardım et." (El-Bakara, 286).