Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensari el-Hazreci (r.a.)

Mihmandarı Resül

Kusva adlı devesinin üzerinde tarihin gördüğü En Büyük İnsan, başı dik bir şekilde ilerliyordu. "Bize buyurun, lütfen bize buyurun" rica ve yalvarmaları, "ne olur evimizi şereflendirin" teklifleri arasında ağır ağır yoluna devam ediyordu… Bu teklifleri "Deveye dokunmayınız. O görevlendirilmiştir, gideceği yeri bilir" diyerek nazikçe reddediyor ve devesinin işaret edeceği, çökeceği yerde konaklayacağını söylüyordu. Deve, üzerindeki Kutlu Yolcu'nun ağırlığına yakışır biçimde, Medine sokaklarında yavaş yavaş yol alıyordu. Yuları bırakılmıştı, çünkü oturacağı yer kendisine bildirilmişti. Allah Resulu'nun etrafında büyük bir sevgi çemberi oluşturulmuştu. Hangi sokağa, hangi mahalleye girse, orada oturanlar yoluna çıkıyor, O'nu evlerine buyur ediyorlardı. Kimin evine yaklaşsa, belki evimize şeref verir ümidiyle, heyecandan kalbi yerinden fırlayacak gibi oluyordu.

Ve deve boş bir arsaya çöktü, ama çökmesi ile tekrar kalkması bir oldu. Biraz daha dolaştı Kusva ve tekrar ilk başta çöktüğü yere geri döndü. O Kutlu Yolcu, o Mübarek Misafir indiler ve "Buraya en yakın ev kimin?" diye sordular. "Halid b. Zeyd'in" dediler, künyesi Ebu Eyyûb olan. Ebu Eyyûb (r.a.) o gün Medine'nin en mutlu insanıydı. "Buyurun efendim" dedi Ebu Eyyûb, "burası evim, bu da benim kapımdır." Ve Allah Resulu evi teşrif ettiler.

İnsanlar akın akın geliyorlar, Resulullah Efendimiz'e hoş geldin diyorlar, saygı ve sevgilerini sunuyorlardı. Ebu Eyyûb'un evi tarihinin en önemli gününü yaşıyordu. Hasret bitmiş, büyük kavuşma gerçekleşmişti. İnsanlar, o çok sevdikleri, büyük bir hasretle yolunu gözledikleri Peygamberlerine kavuşmuşlardı.

Çünkü günlerce beklemişlerdi. Günlerce ve gecelerce… Her sabah, günün ortasına kadar, şehrin dışında bir yerde, o Kutlu Yolcu'nun ve arkadaşının yolunu gözlüyorlardı. Hasret ve özlemle… Kimisi O'nu Mekke'de bırakıp gelmek zorunda kalmıştı, hicret etmişti. Kimisi Mekke'de, Hac mevsiminde kısa bir süreliğine O'nu görmüş, tekrar Medine'ye geri dönmüştü. Kimisi de vardı ki, O'na iman etmiş ama O'nu hiç görmemişti.
İşte bir gün… Yine bir umutlu bekleyiş sonrası, bir yahudi o müjdeyi vermişti, hasretle bekleşenlere: Beklediğiniz kişi geldi. Müjdeyi veren yahudi için sıradan olan bu sözler, günlerdir büyük bir heyecan ve hasretle yol gözleyenler içinse, uğruna can verilesi bir müjdeydi: Veda tepelerinden ay doğmuştu, Medine'de yer yerinden oynamıştı, şehir bayram havası içinde, tarihinin belki de en önemli gününü yaşamıştı. Ağlayanlar, şükredenler, yüksek sesle şiir okuyanlar, def çalanlar, kaside söyleyenler…

  Kutlu yolculuk onun evinde son buldu

622 miladi yılının Eylül ayıydı. Görünüşe bakılırsa günlerden bir gün yaşanıyordu ama tarih bu günü, bu şehri, bu Kutlu Yolcu'yu ve bu kutsal yolculuğu altın harflerle en değerli sayfalarında yazacaktı. Artık bu yolculuğun öncesi ve sonrası vardı: "Hicret" öncesi ve sonrası diye anlatılacaktı artık olaylar… Ve Ebu Eyyûb'un evi bu büyük yolculuğa nokta konulan yerdi.

İşte Zeyd oğlu Halid'in, yani Ebu Eyyûb el-Ensari'nin öyküsü de bundan sonra başlıyordu. Çünkü onun bütün özelliklerinin yanına -belki üstüne- bir özellik ekleniyordu. O gün, belki de herşeyini gölgede bırakacak bir ayrıcalık kazanıyordu. Ömrünün geri kalan kısmında ve ölümünden sonra kıyamete kadar, her zaman en önce bu özelliği hatırlanacaktı. O artık "Mihmandâr-ı Resul" idi, yani Allah Resulu'nu ağırlayan kişi. Evet; Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te, Hayber'de, Tebuk'ta kahramanca savaşmıştı. Evet; Mısır ve Kıbrıs fetihlerine de katılmıştı. İlerlemiş yaşına rağmen İstanbul kuşatmasında da hazır bulunmuştu. Mus'ab b. Umeyr gibi seçkin bir sahabe ile manevi kardeş olmuştu. Vahiy katibiydi. Akabe biatında bulunmuştu. Tüm bunlar ve bunlara eklenecek özellikleri doğruydu ama o "Mihmandâr-ı Resul" idi. O, tarihin gördüğü En Büyük İnsanı, evinde tam yedi ay misafir etmişti, hem de tarihin seyrini değiştiren önemli bir yolculuğun ardından. Ebu Eyyûb'un evi tarihin en önemli kırılma noktalarından birine sahne olacaktı.

Evi çok önceden seçildi

Aslında rivayetler onun evinin çok önceden belirlendiğini ve Allah Resulu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için seçildiğini göstermektedir. Tarihçiler, Tubba adında bir kraldan şöyle söz ederler: Yemen Kralı olan Tubba, Hz. Davut dini üzerineydi. Hicretten 700 ya da 1000 sene önce Medine taraflarına seyahate çıktı. Kendisine 400 bilgin kişi eşlik ediyordu. Medine civarlarında bilginler Kral'a dediler ki: "Ey kralımız! Allah'ın insanlara göndereceği Son Peygamber Mekke'de doğacak, sonra buraya, Medine'ye göç edip burada vefat edecektir. Eğer kabul ederseniz, bizi burada bırakmanızı ve her birimiz için burada bir ev inşa etmenizi isteriz. Belki bu Son Peygamber'i görme şerefine erişiriz." Kral kabul etti ve her biri için bir ev yaptı. Bir ev de fazla yaptı ve "Gelecek Peygamber burada otursun" diye vasiyet etti. Tarihçiler, Ebu Eyyûb'un evinin bu ev olduğunu söylerler. Ayrıca Kral Tubba, bir de mektup yazarak nesilden nesile aktarılıp Son Peygamber'e ulaştırılmasını emretti. Mektup, Resulullah Efendimiz'e ulaştırıldı. –Ki bazılarına göre bu mektubu Resulullah'a veren de Ebu Eyyûp el-Ensari'dir- Kral Resulullah'a emanet bıraktığı mektubunda, kendisine iman ettiğini ve O'ndan kıyamet günü kendisine yardımcı olmasını istiyordu. Muktup okunduktan sonra Resulullah Efendimiz üç defa "Tubba, salih kardeşim, merhaba sana!" demiştir. İşte Ebu Eyyûb el-Ensari bu evde Resulullah'ı yedi ay konuk etmişti.

  Akabe Beyatı'nda hazır bulundu

Hem anne hem de baba tarafından Peygamber Efendimiz'le akraba olan Ebu Eyyûb, aslında çok önceden iman etmişti. Bir gurupla Medine'den Mekke'ye gidip Resulullah ile gizlice buluşmuş ve bu buluşma o andan itibaren yüreğine sönmeyecek bir ateş bırakmıştı. İkinci Akabe Bey'atı ya da Büyük Bey'at olarak tarihe geçen büyük ve gizli buluşmada, Allah Resulu'nün mübarek ellerini tutmuş ve yemin etmişti. Evet, Ebu Eyyûb da; Akabe'de, Allah Resulu'nün mübarek elini tutarak, tek tek "Kendi can, mal ve namusumuzu nasıl koruyorsak, seni de öyle koruyacağız" diye söz veren yetmişbeş (yetmişüç erkek, iki kadın) kişilik gurubun içindeydi. Ki Allah onlarla ilgili şöyle buyurur: Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.

  En Büyük İnsanı yedi ay konuk etti

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun evinde yedi ay kaldı. İki katlı olan evinin alt katında kalmak istemişti Allah Resulu… Ebu Eyyûb'un tüm ısrarlarına rağmen Efendimiz, gelip gidenlerin yoğunluğundan dolayı alt katta kalmayı tercih etmişti. Ebu Eyyûb çaresiz üst kata çıkmış ama Resulullah'ın üstünde oturmayı doğru bulmamıştı. Bir gece "Ya vahiy gelir de, biz, Allah Resulu ile vahiy arasında kalırsak" diye sabaha kadar köşede eşiyle birlikte beklediler. En ufak bir tıkırtı, bir gürültü çıkarmadan uykusuz bir şekilde sabahladılar. Ebu Eyyûb, sabah Resulullah Efendimiz'in huzuruna çıktı, "sizin üstünüzde yatamayız" diyerek O'nu üst kata çıkmaya ikna ettiler.

Resulullah Efendimiz'le uzunca bir süre beraber kaldılar. Bu süre içinde Resulullah'ın bir çok özel durumunu gördüler. Ondan bir çok şey öğrendiler. Diğer ashabının bilmediği bir çok farklı yönüyle O'nu tanıdılar. O'nun yakınında bulunup O'na hizmet ettiler.

  Efendimiz'den 200 hadis rivayet etti

Ebu Eyyûb el-Ensari, Resulullah Efendimiz'in çok yakınında bulunmasına rağmen ondan ancak 200 civarında hadis nakletti. Allah Resulu'ne bir çok kimseden daha fazla ve daha yakın olmasına rağmen az sayıda hadis rivayet etmesinin sebebini ise titizliği ve ömrünün önemli bir kısmını savaşlarda geçirmesi ile açıklarlar. Bu konuda verilecek bir örnek, onun ne kadar titiz olduğuna kanıt olarak yetecektir: "Her kim bu dünyada bir müminin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter" hadisi hakkındaki şüphelerini gidermek için, deve üstünde Medine'den Mısır'a gidiyor, orada Ukbe bin Amir'le görüşüyor. Hadisi teyit ettirdikten sonra gerisin geriye Medine'ye dönüyor. Bu, titizliğine ama aynı zamanda Allah Resulü'nden kendilerine emanet bırakılanlara ne kadar yürekten bağlı olduklarına da örnek olmaktadır.

İstanbul kuşatmasına katıldı

Hicrî 52. yılda (miladi 672) Müslümanlar İstanbul'u kuşattılar. Müslümanlar İstanbul'un fethini ve İslâm devletinin sınırlarına dahil olmasını çok arzuluyorlardı. İçlerinde Ebu Eyyûb da vardı. Yetmiş yaşını çoktan geçmişti ama içindeki cihad ruhu henüz sönmüş değildi. Hem bu büyük fetih için Resulullah'ın müjdesi de yok muydu: İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden ordunun komutanı ne güzel komutandır ve o ordunun askerleri ne güzel askerlerdir. Ebu Eyyûb bu müjdeye ulaşmak istiyordu. "Gitme" demişti birileri, "yaşlısın yollarda ölürsün." Ama Ebu Eyyûb için Allah yolunda ölmekten daha güzel bir şey olabilir miydi? Ve istediği de oldu Ebu Eyyûb'un, ilerlemiş yaşı İstanbul'a yaklaştıkları bir sırada Allah'a dönme vaktinin geldiğini haber veriyordu. Ebu Eyyûb ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Yaşlı vücudu artık onu taşıyamayacağını söylüyordu. Onun son bir arzusu vardı ama. Ordu komutanına, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmemesini, ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyet ediyordu. O hâliyle bile Allah Resulü'nden "Kostantiniyye surunun dibine sâlih bir kişi gömülecektir" mealindeki hadisi naklediyor ve "Umarım ki o kişi ben olayım" diye dua ediyordu. Ve koca çınar, tarihin en önemli tanıklarından birisi olan büyük Ebu Eyyûb, gözlerini bu dünyaya kapatıp ebediyete uzanıyordu. Tüm hayatıyla olduğu gibi ölümüyle de örnek bir insan olarak.

Ordu komutanı, Ebu Eyyûb'un vasiyetine uyarak tabutunu askerlerin ortasına aldırdı, askerler de çarpışmalarda o mübarek tabutu koruyarak ilerlemeye çalıştılar. İstanbul surlarını korumakta olan Bizans kumandanı bu garip durumu görünce "Bu nedir?" diye sordu, Müslümanların kumandanı, "Bu bizim peygamberimizin sahabesidir. Bize senin ülkende, içerilere doğru götürülüp gömülmesini vasiyet etti. Biz de onun bu isteğini yerine getireceğiz" diye cevap verdi. Bizans kumandanı; "Sen ne akılsız adamsın. Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz" deyince Müslümanların kumandanı "Eğer onun kabrini açtığınızı veya cesedine birşey yaptığınızı duyacak olursam, ben de bütün Suriye'de öldürmedik hıristiyan, yıkmadık kilise bırakırsam, Peygamber'imi inkâr etmiş olayım" diye tehditte bulundu. Bunun üzerine Bizans kumandanı geri adım attı: "Ben onun kabrini elimden geldiğince koruyacağıma Mesih hakkı için söz veriyorum".

Surların dışında defnedilen Ebu Eyyûb'un kabrinin üzerine sonradan bir kubbe yapıldı ve kabri hıristiyanların da saygı gösterdiği bir yer olarak korunageldi ve İstanbul için de büyük bir nimet ve şeref kaynağı oldu. Çünkü Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Benim bir sahabem bir memlekette vefat eder ve defnedilirse, kıyamet günü o sahabem bir nur olarak kalkar (dirilir) ve o yerde defnedilmiş olan müminler için nurdan rehber olur".

Akşemseddin kabrinin yerini keşfetti 

İstanbul kuşatmasının ilk günleriydi. Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin'e gönlündeki bir isteği iletti: "Tarihî kaynakların verdiği bilgiye göre Allah Resulü'nün mihmandarı Ebu Eyyûb el-Ensari, Bizans surları yakınında defnedilmiş. Himmetinizle onun mübarek kabirlerini bulmak istiyorum". Akşemseddin, Sultan Fatih'in bu sözleri üzerine eliyle bir yer işaret ederek "Her gece şu semte bir nur indiğini görmekteyim. Muhtemelen Allah Resulü'nün mihmandârı Halid bin Zeyd'in (Ebu Eyyûb) kabri o yöndedir" der. Hep birlikte işaret edilen semte gelinir. Akşemseddin'in tarifi ile kabrin baş ve ayak ucuna birer çınar fidanı dikilir. Fatih Sultan Mehmed, kabrin Ebu Eyyûb'a ait olduğundan emin olmak için o gece Silahdar ağayı çağırıp yüzüğünü verir. Kabir olarak gösterilen yerin ortasına bu yüzüğü gömmesini, fidanları ise sökerek yirmi adım kıble tarafına dikmesini emreder. Ertesi sabah Sultan Fatih, Akşemseddin'i de yanına alarak tekrar belirlenen yere gider. Buraya türbe yaptıracağından, iyice emin olmak için bir daha kabrin yerini göstermesini rica eder. Akşemseddin, bir gün evvel diktiği fidanlarla hiç ilgilenmeksizin yüzüğün gömüldüğü yere gelir. Burayı kazdıklarında üzerinde Arapça olarak yazılmış "Burası Ebu Eyyûb'ün kabridir" yazısı bulunan bir taş bulacaklarını söyler. Toprak kazıldığında tarif edilen şekilde bir mermer taş bulunur. Akşemseddin, kenarda bekleyen ağanın mahcubiyetini gidermek için de çınar fidanlarının Silahdar ağanın hatırası olarak yerlerinde bırakılmasını ister. Bugün Eyüp Sultan Camii'nin avlusundaki parmaklık içindeki çınarlar, işte beşyüzelli küsur sene önce dikilen o fidanlardır. Bazı tarihçiler, burasının aynı zamanda Ebu Eyyûb'un cenazesinin yıkandığı yer olduğunu da söylerler.

Kısaca Ebu Eyyûb el-Ensari…

- Ebu Eyyûb el-Ensari'nin baba tarafından soyu Zeyd b. Halid b. Küleyb b. Sa'lebe b. Abd b. Avf b. Ganem b. Neccar el-Ensari el-Hazreci, anne tarafından ise Zeyd b. Hind binti Sa'd b. Amr b. İmrü'lkays şeklindedir.

- Medine'de doğmuştur. Hazrec kabilesinin önemli kollarından olan Neccaroğulları'ın ileri gelenlerindendir.
- Resulullah Efendimiz'den 200 civarında hadis nakletmiştir.
- Allah Resulü'nün vahiy katiplerinden biridir.
- Allah Resulü'nün hayatında, Ensar arasında, Kur'an'ı ezbere bilen beş kişiden biridir.
- Resulullah Efendimiz "İkişer ikişer, Allah için kardeş olunuz!" diye buyurunca Enes b. Malik'in evinde kırkbeş (ya da elli) Ensar ve Muhacir ahiret kardeşliği anlaşması yaptı.

Burada Ebu Eyyûb, Medine'ye gelen ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr ile manevi kardeş olmuştur.

- Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve Tebuk savaşlarına katılmıştır.
- Emeviler döneminde Mısır ve Kıbrıs fetihlerine iştirak etmiştir.
- İlerlemiş yaşına rağmen İstanbul kuşatmasında hazır bulunmuş, yolda hastalanarak vefat etmiş ve vasiyeti gereği surların dibine defnedilmiştir.
- Eyyûb, Halid, Abdurrahman ve Amre adında dört çocuğu olmuş, Araplarda adet olduğu için büyük çocuğu ile künye almış ve Ebu Eyyûb olarak bilinmiştir.