FEYZ : Efendim, bu zamanda Allah dostlarını insanlara anlatırken nasıl bir yol izlemeliyiz :
-Allah dostları insanların kalplerine bakar, kalplerinde Allah sevgisi olan kimseleri ararlar, onlara kendilerini tanıtırlar. Mevla'nın ahbaplarıdır evliyalar. Kalplerinde Mevla varsa onlar onu bulur. Dünya varsa, yaklaşmaz onlara.
FEYZ : Kıbrıs halkı, adada Allah'ın bir nimeti olan sizin gibi bir mürşidin bulunduğunun farkındamıdır :
-60 senedir ben buradayım. Geldiğimiz zamandan beri bizi dinlemiş olsalardı bugünkü sıkıntılara düçar olmayacaklar, rahat yaşayacaklar, dünyaları da ahiretleri de mağmur olacaktı. Lakin onlar bize yaklaşmak yerine bize düşmanlık gösterdiler, istemediler, bizi taşladılar, ellerinden gelen ve dinsiz imansızlara yakışan ne varsa bize onu reva gördüler, hertürlü iftiraları yaptılar, bizi dinlemeyip davetimize uymadılar. Binaenaleyh bu günkü haller başlarına geldi. Allah bir kavmi cezalandırmadan evvel onları uyaracak kimseleri gönderir. Hak yolu söylettirir. Kabul ederlerse kurtulurlar, kabul etmezlerse başlarına hertürlü bela gelir. Ben buraya geleli altmış sene oldu ve bu şimdiki nesil değil de bundan önceki nesil bize şiddetle karşı durdular, bizim davetimize icabet etmediler ve Allah da kendilerine müstehakları kadar değil de, çok hafifinden bir ceza tayin etti.
FEYZ : Efendim, bahsettiğiniz çileler Allah Resulü zamanında Resulullah'ın ve onun arkadaşlarının çektiği çileleri andırıyor. Ama o dönemde bu çilelerin peşinden bir ilerleme de kaydedildi ve Müslümanlar çoğaldı. Şimdi aynı şekilde o dönemin bir versiyonu olarak biz de bu dönemde neler yapmalıyız ki sizin çekmiş olduğunuz bu çilelerin semeresini ada halkından görelim :
-Bizi burada hemen hemen bilmeyen yok. Lakin eskiler hala eski yollarını bırakmıyor ama yeni nesil bize yavaş yavaş ısınıyor. Ümidimiz odur ki yeni nesil islama hizmet eden Allah'ın evliyalarını tanır, Allah'ın yolunu tutar ve selamet bulurlar.
FEYZ : Efendim, bir çok yöremizde Allah'ın seçilmiş insanları bulunmaktadır. İçinde yaşadığımız bu milenyum çağında, bir Allah dostunun tebliği nasıl olmalıdır.
-Mürşidlere nasıl tebliğ edecekleri bildirilir. Şimdiki mürşidlerin çoğu zaten bu zamanımızdaki insanlardan ümit kesip kaçmışlar, kendilerini göstermez olmuşlar. Veli sıfatında adam şimdi hemen hemen çok zor bulunuyor. Onu da herkez aramıyor. Aramadıkları zaman, evliyalar da ne yaparsanız yapın diyor. Yani biz her türlüsünü milletin üzerinde tecrübe ettik. Sesli, sözlü, yazılı, çizili, kitap ile, mecmua ile gazete ile tv ile, konferanslarla, bize olan selahiyet derecesinde onlara hitap ettik. Lakin kendi yerimizin insanı inad etti, yabancı ülkelerin insanı yakınlık gösterdi. Bize yerli insanımızdan ziyade yabancı ülkelerin insanları gelir. Yabancı ülkelerden gelen insanlar bizden birşey umuyor, alıyor, rahat ve huzur buluyor. Ama bizim yöremizin insanı çok uzak ve soğuk duruyor.
Biz de tabi yaşımızı almış bir çağdayız. Bizim bundan sonra yapacağımız daha fazla birşey yoktur. Ancak manevi yönden bu insanlara nazar etmek, hiç olmazsa son nefeslerinde bu insanları şeytanın eline düşürmemek için ayrı bir vazifemiz vardır, o vazife aşikare değildir. Türkiye'de de kaç tane dini mecmualar, kitaplar çıktı. Ama millet okumuyor ki. Süs kabilinden kütüphaneye koyuyor. Bu zamanın insanları maneviyata yaklaşmak istiyor ama siyasi çevreler ve siyasi çevrelere emir veren başka çevreler insanları ürkütmüştür. Din dediğin şey Müslümanlıktır. Bu millet Hıristiyan olsa, budist olsa, puta tapsa soran ve ayıplayan yoktur. Ama bu millet İslama yaklaşırsa hemen ayıplanır. Hemen onların ismine bu tehlikelidir diye siyah nokta konur. Ötekiler tehlikesizdir. İşte Müslümanlık, bunu yapanlara tehlikelidir. Çünkü İslam gelirse bunların saltanatı yıkılır, hak meydana çıkar, zalimin hakkından gelinir. Zalimler o zaman meydanda at oynatamaz. Küfrün saltanatını İslam'dan başka hiç bir din veya mezhep yıkamaz. Binaenaleyh onların küfrü ve saltanatı yıkılacağı için, bütün hırsları İslamadır. İslam'ın kökünü kazıyalım ki bir daha meydana çıkmasın derler. İslam meydana çıkarsa bize hayat yoktur derler. Bundan ibarettir. Bizim Müslümanlarımızda da hiç bir selahiyat yok.!
Bütün İslam ülkelerine bakın, Müslümanların elinde hassas ve önemli olan bir makam yoktur. Her yerde ikinci, beşinci, onuncu sınıfız. Ama birinci sınıfta yerimiz yoktur. Böyle olunca da İslama yaklaşmak isteyen çıkmıyor. Çünkü İslama yaklaşmak isteyenlerin üzerindeki baskı ağırdır. Soruyor adam; "Ne düşünürsün, ne yazmak istersin, ne yapmak istersin..." Tabi hiç birisi bunlara uygun değil. Bunlara uygun olmadığında insanlar ben Müslümanım demeye bile korkuyor. Feyz dergisini bir insanın masasında görseler ne yapacaklar.? "Sen de yeniliğe karşısın, sen de tarikat sahibisin, sen de laikliğe karşısın, sen de çağdaşlığa karşısın, senin işini bitiririz biz." Öyle mi ? Feyz dergisi evliyaları anlatan ve tanıtan bir dergidir ve aktüalite dergisi değildir.
Fakat öteki dergilerde bu sistemi değiştirecek olan aktif insanlar yetiştiriliyor. Feyz dergisi ise insanı manevi aleme çekmek ister, dünya hırsını çekip manevi huzuru buldurmak ister. E böyle bir degiyi kaç kişi alacak. Faaliyette olan gençlerdir. Şimdi başka fikir cereyanları var. Gençler bu cereyanlarla şimdiki mevcut nizamı devirmek için plan yapıyorlar diye, iyisi kötüsü hepsi birden itham altındadır. Bir yazıdan yüz mana çıkartırlar. Yüz mana ile adama yüz türlü hüküm giydirirler. Şimdi bekleyiş içindeyiz. Dünyanın bütün ormanlarını yaksan kışın şiddetini azaltabilirmisin.? Ya da yazın bütün klima ve soğutucuları çalıştırsan dünyayı serinletebilir misin. İmkanı yok. Ancak kendi olduğun mıntıkayı ısıtabilirsin. Kış hükmünü eline aldı mı icra edecek.
Şimdiki hal dünya için İslamın kış mevsimidir. Devlet sana emrediyor, "bu çocuğu sekiz sene mecburi olarak bize göndereceksin, bunun kafa şeklini akıl şeklini biz tayin edeceğiz. Senin ana baba olarak vereceğini biz kabul etmeyiz. Çocuğu bize teslim edeceksin, etmezsen sen bilirsin. Mahkum ederiz biz seni." Bütün milletin eli ayağı titriyor. Sekiz sene mecburi eğitim hiç bir memlekette yok. Biz mecburuz göndermeye. Çocuğun kafasına ne pislik varsa ekecekler. Sonra sen o çocuğu ne yapacaksın.? Orman olmuş onun kafası. Onları söküp atmak ayrı mesele, çok zor mesele. Lakin onların ektikleri domates patates gibi mevsimliktir. İslamın ektiği ise evladiyeliktir. Bak Fatih'i yetiştiren Akşemseddin hazretlerine, iki tane fidan dikti, altıyüz senedir ayakta.
FEYZ : Efendim, Avrupa birliğinin ada halkına getireceği ve götüreceği konular nelerdir ve avrupa birliğini kendi lehimize çevirecek bir yöntem var mıdır ;
-Ne getirecek.? Götüreceğini götürdü zaten. Önce götürdü, şimdi getirmeye çalışıyor. Bizim kıymetli olan neyimiz varsa aldı götürdüler. Camilerdeki çinilere kadar. Restorasyon yapacağız diye camilere girdiler içinde kıymetli ne varsa götürdüler. Çinileri söküp götürdüler, yerlerine kara sıva yaptılar, üstüne adi bir boya sürdüler. Bu halılar eskimiş, yenileyelim dediler, antika halıları alıp götürdüler, ne şamdan bıraktılar ne yazı. Maneviyatlarına kadar aldılar. Şimdi yerine ne getirecekler. Avrupa seni alıp da ne yapacak. Ne işe yararsın sen.? Elin ayağın tutmaz... iki tarafın felç olmuş... (boynunu bükerek) "n'olur bizi alın içeri de, biz de sizden olalım" diye yalvarıyoruz. "Ne yapalım biz sizi.? Köpeklere mi atalım. Sizin burda olduğunuzdan zaten bıktık usandık, burdan sizi nasıl atacağımızı şaşırıyoruz, siz hala içeri gireceksiniz. Orada anadoluyu boşaltacaksınız, avrupayı işgal edeceksiniz. Ben zaten senden kurtulmak için yıllardır uğraşıyorum bir de içeri mi alacağım. Ne vereceksin sen bana.? Neyin kaldı ki vereceksin, her şeyini ben aldım zaten, bir şeyin kalmadı ki verecek...
Sohbetin ardından orada biraz daha kalıp bir ehlibeyt ile sohbet ediyorum. Yanımıza Fransa'da okuyan bir kardeşimiz geliyor. Ona Fransa'nın bize karşı tutumunu soruyorum. Diyor ki; "Üniversitede ders veren bir milletvekili var. Derste kendisine sordum, hocam avrupa birliği hakkında ne düşünüyorsunuz. Hoca dedi ki, bizim bu birliğe ihtiyacımız yok. Biz avrupadaki en gelişmiş ülkeyiz. Bu birliğe girmeyi de hiç istemiyoruz ama mecburuz. Peki hocam Türkiye'nin üyeliği hakkında ne dersiniz. Bu sefer de hoca diyor ki, zaten mecbur oluşumuzun sebebi Türkiyedir. Bir gün bize saldıdırsa yanımızda birileri olmalı ki mıçımızı kurtaralım." Kulaklarıma inanamadım. Adamlar, hatta bütün avrupa hala tir tir Türk korkusu ile sabahlıyor. Bir gün oraları basıp alacağımızı düşünüyorlar. Gözünü sevdiğim Osmanlı. Nasıl korku verdiyse genlerine işlemiş avrupalının. Nesilden nesile devam ediyor. Hala korkuyu atamamışlar. Düşünceye bakarmısınız.
Velhasıl üzüldüm buraların haline. Ciğerim dağlandı dostlar. Yüreğim yandı. Barış harekatından önce çekilen eziyetler, katliamlar, tecavüzler, işkenceler unutulmuş, kurtlarla kuzu dost olmuş, savaşta yaşanan nice kerametler tozlanmış. Kimse bunları raftan aşağı indirmemiş. Paraşütlerle Kıbrıs semalarından atlayan Mehmetçiklerin ellerinde kırmızı kurdelelerle indirdikleri iman paketlerini kimse açmamış, alıp göğsüne basmamış. Öpüp koklamamış bir tanecik nur yüzlü evliyasını... Bir kaç kişiye merakımdan sordum, dedim ki buralarda bir tank vardır, keçinin bile zor çıktığı bir tepeye çıkmış, el sürüp öpmek isterim hacer-ül esved gibi, nerdedir bu tank...! Hiç biri cevap veremiyor. Bilmiyorlar. Duymamışlar. Halbuki bu tank bizde poster yapılıp duvarlara asılmış. Zaten topu topu bir avuç manevi değere sahip olan Kıbrıs halkı, maneviyatta güney kutbuna inmiş. Buralar için döktüğümüz kana acıdım. Vatan kavgası yapmamışız burda, tarla kavgası yapmışız.
Allah (Celle Celalühü) Şeyh Nazım Kıbrısi gibi insanları başımızdan eksik etmesin. Anladım ki bizler Kıbrıs için değil, Kıbrısî için buralarda kan dökmüşüz. Onun yüzü suyu hürmetine. Allah yardımcımız olsun.