Hz. Mehdi Gelmeden Yeryüzüne Huzur ve Adalet Gelmeyecek / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Ebu Zeyd Amr bin Ahtab (Radiyallahu Anh) dedi ki:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere sabah namazını kıldırdı, sonra minbere çıkıp öğle vakti gelinceye kadar bize hitap etti. Sonra indi, öğle namazını kıldırdı. Sonra tekrar minbere çıktı ve ikindi vakti gelene kadar bize hitap etti. Sonra indi, ikindi namazını kıldırdı. Akabinde tekrar minbere çıkarak güneş batıncaya kadar bize hitap etti. Bu hutbelerinde bize olmuş ve olacak her şeyi anlattı. Onları en iyi bilenimiz, en iyi ezberleyenimizdir.” (Müslim 2892/25)
Bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ümmetine olan sevgi, şefkat, merhamet hislerinin yoğunluğunu gördüğümüz gibi, aynı zamanda gelecekte onlar adına duyduğu korku, endişe ve kaygılarının ne kadar büyük olduğunu da görüyoruz. Anlıyoruz ki o gün adeta gaybın perdeleri Efendimize (s.a.v.) açılmış ve kıyamete kadar olacak olaylar bir film gibi gözlerinin önüne serilmişti. Bunların içinde dayanılması mümkün olmayan pek çok elem verici hadiseler vardı... Mesela çok sevdiği sahabelerinin, aralarında çıkan ihtilaflar nedeniyle birbirleriyle savaşıp, kanlarını dökeceklerini görmüştü... Ciğerparesi torunlarının en acımasız şekilde Kerbela’da şehit edileceklerini, göz bebeği Ehl-i Beyt’inin gün gelecek en alçakça sürgünlere ve en acımasız düşmanlıklara maruz kalacağını, 23 yılda binbir fedakârlık ve emekle oluşturduğu mümin kardeşliğinin gün gelip bozulacağını, ümmetinin zamanla lime lime dağılıp fırkalara bölüneceğini görmüştü. Bütün bu acımasız olaylara karşı içi yana yana adeta bir anne şefkatiyle bugünlere ulaşacak ümmetini gelecek tehlikelere karşı uyarıyordu. Zira Kur’an’ın kendisinden sonra mushaf haline getirilip bir kitap halinde korunacağını ve gelecekteki ümmetine ulaşacağını bildiği gibi, ahir zamana ait uyarı ve ikazlarının da gelecek ümmetine ulaşacağını biliyordu. İşte bu nedenle aslında ashabını zaman olarak hiç ilgilendirmeyen ahir zaman fitnelerinden ve kıyamet öncesi olacak olayların hepsinden o bir gün içinde bahsetti ki bu bilgiler bizlere ulaşsın. Bu uyarılar sadece o güne has değildi elbette, başka zamanlarda da bu konular üzerine çok konuştu, olacak iyi ve kötü olayları haber verdi. Bu yüzden ahir zaman alametleri başlığı altında, hadisler kanalıyla bize ulaşan haberler bir hayli yekûn tutmaktadır. Rivayetlerin çokluğu ve güvenirliği dikkate alınınca ehl-i sünnetin önemli âlimleri özellikle Hz. İsa ve Hz. Mehdi ile ilgili haberlerin mütevâtir haber niteliği taşıdığını, mütevâtir hadisleri inkâr etmenin ise itikâdi anlamda kişiyi küfre götürebilecek kadar tehlikeli olduğunu bildirmişlerdir.
Ahir zaman fitnelerinden ve kıyamet öncesi olacak olaylardan bahseden hadis-i şerifler, İslam âlimleri tarafından kıyametin küçük ve büyük alametleri olarak değerlendirilip toplanmış, geçen zaman içerisinde bu konu üzerine ehl-i sünnetin kıymetli âlimleri tarafından çok sayıda eser kaleme alınmıştır... Özellikle Kütüb-i Sitte adıyla meşhur hadis kitaplarında kıyamet alametleri ile alakalı çok sayıda sahih hadis-i şerif mevcuttur. Bu hadis-i şerifler, kıyamet alametlerini haber veriyor ve bugün bizler birer mucize olarak bu haberlerin neredeyse tamamına yakınının gerçekleştiğine şahit oluyoruz. Bu durum gösteriyor ki henüz gerçekleşmemiş olan, özellikle Hz. Mehdi ve Hz. İsa ile ilgili büyük alametler de zamanı gelince gerçekleşecektir.
Yalnız, bu konuyla alakalı Müslümanları bekleyen birkaç büyük tehlike var, burada bunları hatırlatmak yerinde olacaktır. Birinci tehlike, günümüzde sayıları gayet kabarık olan sahte Mehdilerdir. Bunlar nedeniyle gerçek Mehdi’ye olan inanç ve beklentinin Müslümanlar arasında zayıfladığı söylenebilir. Buna verilecek en özlü cevap imtihanda olduğumuzu unutmamak, tarihte yalancı peygamberlerin de var olduğu hatırlanarak bu şeytani tuzakları olağan görmektir. Neticede yalancı peygamberlerin varlığı Peygamberimize (s.a.v.) olan inancımızı zedelemediği gibi, yalancı Mehdilerin varlığının da geleceği müjdelenen gerçek Mehdi hakkındaki inanç ve beklentimizi zedelemesine müsaade etmemeliyiz. Böyle durumlarda müminlere düşen, işin kolayına kaçıp gerçeği görmezden gelmek değil, nakledilen sahih hadisleri doğru anlamak, doğru değerlendirmek için bu konuda biraz emek harcamaktır.
Bir başka tehlike, elimizde korunmuş bir Kur’an var, başka kurtarıcı kişilerin gelmesine ne gerek var, diyerek ahir zamanda gelecek şahsiyetlere inancı, ütopik bir düşünce olarak görüp, bunları kabul etmeyen insanlar var. Böyle zihniyetli insanları, insan denen varlığı hiç tanımayan ve onun sosyolojik ve psikolojik realitesinden haberi olmayan cahiller olarak veya bu fitneleri kasten yayan İslam düşmanları olarak etiketlemek dışında yapılacak bir şey yoktur. Yaşadığımız bu toplumda görüştüğümüz insanların kahir ekserisi, toplum içindeki bozulma ve kokuşmanın geldiği vahim durumu görüp, kurtuluş için Allah’ın yardımı gelmeli, başka türlü bu toplum nasıl düzelecek diyorlar. Zira biraz akıl ve vicdan sahibi insanlar, her türden kargaşa, sapkınlık, azgınlık ve zulümlerin önlenemez bir hal aldığı bu çağda, Allah’ın mucize kabilinden yardımlarına ihtiyacın kaçınılmaz olduğunu görüyor, doğal olarak da objektif düşünce insanları buna mecbur kılıyor.
Mesela, günümüzde Müslümanlar olarak yaşadığımız şu acizliğe, çaresizliğe bakın, dünya üzerinde neredeyse 2 milyarı bulan Müslüman toplum 20 milyonluk bir siyonist devletle baş edemiyor. Peki, bu acizlik ve çaresizliğin sebebi sadece Müslüman devletlerin zayıflığı veya askeri yönden yetersizliği midir? Hayır, Müslüman toplumlar, üzerine oynanan oyunlardan selamet bulup, başlarını kaldırabilseler, birleşebilseler, Allah’ın da yardımıyla önlerinde durabilecek hiçbir güç yoktur. İşte bu olağanüstü zor şartlarda, hem dağınık İslam milletlerini aynı idealde birleştirecek hem İslam dinini bidat ve hurafelerden temizleyecek hem de günümüz şartlarında Kur’an ve Sünnet’i aslına uygun yeniden tefsir edecek, ahlâken Hazreti Peygamber’e (s.a.v.) çok benzeyen bir lidere ihtiyaç kaçınılmazdır. İstanbul’u fetih için tarihte çok kumandan sefer yaptı ama bunu ancak Fatih Sultan Mehmet gibi bir kumandan başardı. Zira sünnetullah gereği İstanbul’un o zor şartlarda Bizans’ın elinden alınması Sultan Fatih gibi dâhi bir emiri gerekli kılıyordu. Bugün de İslam birliğinin sağlanması için bunu başaracak bir liderin gelmesi sosyolojik bir realitedir. Mesela Türkler savaşçı bir millettirler ve tarih sayfaları Türklerin kahramanlık hikâyeleri ile doludur. Ama bu savaşçı milletin yeteneklerini açığa çıkararak yeryüzünde eşi benzeri bulunmayan imparatorluklar kurmak için Atilla gibi, Osman Bey gibi yetenekli liderlere ihtiyaç vardı. Alpaslanlar olmasa Malazgirt zaferleri olur muydu? Osman Bey gibi beyler olmasa, sadece iyi birer savaşçı olan Osmanlı askerleri ile asırlarca hüküm süren Osmanlı imparatorluğu gibi bir imparatorluk kurulabilir miydi? Bu realiteyi görmezden gelmek, akıldan ve insan sosyolojisinden çok uzak olan gayet seviyesiz beyanlar ve düşüncelerdir.
Bu yüzden bu birliği sağlayacak ve Müslüman toplumlara bu zorlu şartlarda liderlik, önderlik edecek kud-si şahsiyetlerin gelmesi sünnetullah gereği bir ihtiyaçtır. Bu nedenle Efendimiz (s.a.v.) asırlar öncesinden bu zorlu günleri ve kurtuluş çarelerini hadislerinde ümmetine şöyle haber veriyor:
“Ehl-i Beytimden birini, ki bu zatın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet ve hakkâniyetle doldurur.” (Ebu Davud, Mehdi 1, (4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231, 2232).
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek.”(Ebu Davud, Mehdi)
Ebu İshâk anlatıyor: Hz. Ali radıyallahu anh, oğlu Hasan radıyallahu anh’a baktı ve: “Bu oğlum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın tesmiye buyurduğu üzere Seyyiddir. Bunun sulbünden Peygamberimizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlakı yönüyle Peygamberimize benzeyecek; yaratılışı yönüyle ona benzemeyecek” dedi ve sonra da yeryüzünü adaletle dolduracağına dair gelen kıssayı anlattı. (Ebu Davud, Mehdi 1, (4290).
Hz. Ali’den (r.a) rivayete göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Mehdi bizden, Ehl-i Beyt’tendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn Mace: Fiten 34);
Huzeyfe b. Yeman’dan (r.a) sahih bir hadiste Peygamberimizin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Aranızda “Nübüvvet” Allah’ın istediği kadar sürer. Sonra onu kaldırmayı istediği zaman da kaldırır. Ve Allah’ın murad ettiği kadar devam eden “Şiddetli bir hükümdarlık” idaresi gelir. Sonra onu kaldırmayı istediği zaman kaldırır. Sonra “Zorba bir idare” gelir. Sonra da “Nübüvvet yolu üzere bir hilafet” gelir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/273)
“Onu gördüğünüzde kar üzerinde sürünerek de olsa gidip ona bey’at edin. Zira O Allah’ın halifesi Mehdi’dir”,(İbn Mace: Fiten 34)
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma’nın evladlarındandır.” (Ebu Davud, Mehdi 1, (4284)).
Sonuç olarak söyleyeceğimiz odur ki: Herkesin görüp itiraf ettiği gibi insanlığın içinde bulunduğu durum, Hz. Adem’den beri en büyük fitnelerin, çaresizlik ve zorlukların yaşandığı bir durumdur. Küreselleşme ile küçük bir köye dönen dünyada neredeyse her olay tüm dünyayı ilgilendiren bir olay değeri taşımaktadır. Servet, para, bilişim teknolojileri ve sosyal medya elinde olan Deccaliyet kurumları ise küreselleşmenin getirdiği avantajı kullanarak, tüm dünya halklarını istediği gibi algı yönetimleri ile yönetmekte, insanları adeta iradesiz yığınlar haline getirmektedir. Bu öyle büyük bir fitnedir ki bu fitnelerden kurtuluş ilâhi yardım olmadan mümkün değildir. O sebeple ahir zamanın bu çok zorlu şartları ile mücadele, sıradan liderlerin üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Bu toplumlardan bu kurtuluşu kendi başlarına başarmalarını beklemek, bir kişiden taşıyamayacağı bir yükü beklemek gibidir ki, Rabbimiz de birçok ayeti kerimesinde “Biz insanlara taşıyamayacağı yükü yüklemeyiz” buyurur.
Son olarak şu gerçeği de hatırlatmak lazım ki, Müslümanlar kurtarıcı gelip bizi kurtaracak şeklindeki bir beklenti ile yatmasınlar, bu düşünce şeytani bir aldatmadır. Her şeyi Hz. Mehdi’den beklemek yerine, her an vazife başında olmak, ona zemin hazırlamak dinin ve aklın gereğidir. Bediüzzaman’ın, Barla’dayken, “Hocam, merak etmeyin, Mehdi gelecek, her şeyi düzeltecek” diyen bir zata, “Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun ”şeklindeki tavsiyesi örnek alınmalıdır.
Bu konu hakkında sözü daha fazla uzatmadan, Kıymetli Büyüğümüz, Şenel İlhan Beyefendi’nin çok önemli açıklamalar içeren özlü bir yazısı ile makalemi noktalıyorum.

“Ahir zaman, küfrün, nifakın, envai çeşit pis işlerin işlendiği ve her zulmün adeta doğallaştığı; insanlığın, itikadi, ameli, ahlaki, psikolojik, sosyal ve her açıdan ve her anlamda, tüm problem ve her tür soru ve sorunlarının tarih boyunca biriktiği, üst üste yığıldığı çileli ve dehşetli bir zamandır…
Şimdi durum bu kadar açık bir şekilde ortada iken; hiç mümkün mü? Hz. Mehdi gelmesin ve zerre ihtimal olabilir mi ki, meydan Deccal’e ve Süfyan’a kalsın? Hayır hayır, elbette bu mümkün değil ve Hazreti Mehdi Aleyhisselam kesinlikle şeksiz şüphesiz kırk yaşlarında ve tam donanımlı olarak gelecek. Yani, maddi ve manevi, olağanüstü yetenek ve cihazatları ile ve gözle görülür kerametleri ile aniden ortaya çıkacak ve hem imtihan formatına uygun ve aynı zamanda çok üstün mucizemsi kerametleri ile ve olağanüstü yüksek ilmi, aklı ve feraseti ile de, küfrü ve zulmü ebediyen ortadan kaldıracaktır!!
Artık şu çok iyi bilinmelidir ki, Hz. Mehdi sıradan bir âlim veya kafası uçuk, yarı deli şeyh bozuntuları gibi, asla şov yapmayacak, Allah’ın yardımı ile ve ona vadedilen bir gecelik irşadı vesilesi ile verilmiş ve ahir zamana has ve şimdiye kadar hiçbir zamanda da görülmemiş büyük kerametler ve mucizemsi manevi güçleri ile, işlerini süratle görecek ve tüm dünya ancak bu vesile ile adalet ve huzur ile dolacaktır…
Yoksa, Deccal’in bu şiddetli asrında rahmani bir rüya bile görmekten aciz, maneviyat fakiri ve feraseti kıt olan ve sadece lâf ebeliği yaparak kendini müçtehit ve müceddit ve hatta çaktırmadan Mehdi bile sanabilen, bazı alimcik zevatların, korkunç derecede etkisiz tebliğ faaliyetleri ve zamansız bir şekilde kafayı sarıkla ve cübbeyle, fücurla ve fitneyle bozmuş, gülünesi ve komik irşad ve cihad faaliyetleri ile deccaliyetin zulümleri asla bitecek değildir!
Ayrıca, söz ve tavırları ile veya Hz. Mehdi’den hiç bahis açmamaları ile kendilerini belli eden ve sanki, ben varım ya işte, ne gerek var Mehdi’ye egosuyla hareket eden ve aslında, Mehdi’nin gelmesine işine gelmediği için, düzeni bozulacağı için, karşı olan bu ahmak heriflerin gevezelikleri ile de, asla ve kat’a kayda değer hiçbir zulüm son bulmayacak ve maalesef zulüm o gelene kadar devam edip duracaktır!..”