Zenginlik ve Kanaat Sahibi Olma

Vakıflar bir eğitim kültür müessesesidir. Fabrika değildir. Kar amacıyla kurulan bir müessese değildir. Şu halde işletme değildir. Vakıf işletme kurabilir. Ama o işletmenin gelirini hayra harcamak zorundadır. Şu halde vakıflar bir kültür müessesesi olduğu halde, tabiî ki insanlar için olan kültürü muhafaza etmek amacıyla kurulmuş müesseseler, o kültürü muhafaza etmeye çalışacaktır. Dolayısıyla birisi kalkıp senin dinine söverse sana hücum ederse, zaten İslami kimliğinle bunlara cevap vermek görevindir. Bu görev ferden yapılabildiği gibi kurumsal da yapılabilir. O kurumlarda zaten o kültürün yaşamasını sağlamak için kurulmuşsa elbette ki ilgileneceklerdir.

İnsanlar daima güzeli arar. Her insan kendine göre arar. Dinler içinde böyle. Çeşitli dinler var, bunların farkı tahrif edilmiş olmalarıdır. Yoksa bir Hz. İsa'nın dinini inkâr etmiyoruz. Dolayısıyla Hz. İsa'nın kavmi de Müslüman idi. Onlar dinlerini değişikliğe uğrattılar. Aslında bizde değiştirdik, şu hale düşürdük dinimizi. Yoksa şu islamın öz hali mi? Öz hali olsa böyle mi olurduk? Lafta değiştirmedik ancak, fiiliyatta değiştirdik. Yaşamayarak değiştirdik. İslam'ı yaşıyor muyuz, yaşamıyoruz. Gırtlağa kadar faizin içindeyiz. İslam ne diyor? 'Faizle uğraşan alan, veren, Allah'a ve Resulüne harp açmıştır'. Bugün bütün dünya Allah'a harp açmış durumda. Nerede İslamiyet? Dolayısıyla batılılar da bir dine inanmışlar İncil'e uyuyorlar. Ben ABD'de iken, 1956 yılında, bir gün kütüphanede ders kitaplarına rastladım. Baktım bir levha, 'Amerikan ahlak ve idealleri Dersi'. Dersin adı bu ve altında bir ders kitabı: İncil. İncil'i Amerikan ahlak ve İdealleri dersinde ders kitabı olarak okutuyor adam. Sen ne yapıyorsun 'kahrolsun şeriat' diye bağırıyorsun. Şimdi, İncil'in %100'ü mü muharref? Değil Eğer insan orada İncil'e göre ahlakını düzenlemeye çalışıyorsa sen burada Kur'anı bütünüyle itiyorsan hangimiz daha müslümanız? Buraya geldiğimde bir öğrencimin başından geçen bir olaya şahit oldum. Ordudan atılmış bir kişi. İnönü'nün attıklarında. Hocam dedi. 'Ben az kalsın divanı harp'e veriliyordum. Bir arkadaşımın sehadetiyle kurtuldum. Suçumda dolabımda bir kitap bulundurmamdı. Ne Kur'andı ne hadis. Kitabın adı Safahat'ti'. Size iki tablo çiziyorum şimdi. Birisi üniversite ahlak dersinde ahlak olarak İncil'i okutuyor. Burada ise milli şairin kitabı suç telakki ediliyor. İşte: Amerika orada, biz buradayız.
Dolayısıyla onlarda güzelin peşindeler. Güzeli örnek almaya çalışıyorlar, vakıf sisteminin de güzel olduğunu idrak etmişler. Vakıf kurmaya çalışıyorlar. Ama birçok yerde sekülarizm hâkim olduğundan, seküler vakıflar ağırlıkta: fakat dini vakıflarda var. Amerika'da bir konferansta şu sözleri kulağımda duydum: Amerika'da Hıristiyanlık için iki büyük tehlike vardır. Birisi Marksizm, diğeri sekülarizm. Sen burada kalkıyorsun sekülarizm, laiklik diye bangır bangır bağırıyorsun. 'Laiklik değişemez hüküm' diyorsun Öbür tarafta da ABD sekülarizmi düşman ilan ediyor. ABD'de ve İngiltere'de laiklik yok. İngiltere hilafetle yönetilir. Bunu biliyor muydunuz? Bizim padişah gibi padişah aynı zamanda halife idi. İngiltere kilisesi İngiltere'deki Anglikan Kilisesinin Başkanıdır. İngiltere'deki tüm kurumlar Kraliçe'ye bağlıdır. İngiltere devletinin sahibi kraliçe'dir. Hükümet göstermeliktir ve angarya işleri yapar. BBC Kraliçeye bağlıdır. Ordu, bahriye kraliçeye bağlıdır. Devletin ana varlıkları kraliçeye bağlıdır. Hükümetler hizmetle uğraşırlar. Kraliçe de dinin reisidir. Bir toplum ileri gitmişse Allah'ın kanunlarına öbürlerinden daha çok riayet ettiği için gitmiştir. Çünkü ahlak bakımından gelişmeden dünyevi bakımdan gelişilmez. Onlar, dünyevi bakımdan gelişmişlerse, ahlaki olarak ta daha çok gelişmişlerdir. Onlar dediğimiz, yönetici kademelerdir. Toplumu belli insanlar yönetir. Her toplumu her kesimi 5-10 bin insan yönetir. Onların seviyesi toplumun seviyesini tayin eder. Halk kütlesi otobüsteki yolcu gibidir. Asıl olan şoförlerin kalitesidir. 0 kalite hangisinde daha yüksekse, o toplum ileri gider. Dolayısıyla bu ülkeler de vakıfların önemini idrak etmişlerdir. Amerika vakıflar sahasında en ileri ülkedir. Bütün dünyaya hizmet ediyorlar. Bizim Süleymaniye Camii'nin vakfiyesinin tahlilini yapan Ömer Lütfi Barkan Hoca'ya Amerikalı vakıflar yardım etti de o çalışmalar yapıldı. Senin Vakıflar Müdürlüğün yapmadı.

Şimdinin insanı sürekli para kazanma hırsı peşinde. İktisadi hayatının maksadı bundan ibaret gibi. Özellikle Türkiye'nin son elli yılında buna köşeyi dönmek denmeye başlandı. Geleneksel hayatta ise çalışma şartları daha farklı, hayatı yorumlama daha farklı. Hayat, biraz daha insan merkezli görünüyor. Bu ikisini nasıl mukayese edebiliriz?

İslam'da gündüz gece kavramı vardır. Gündüz çalışma vaktidir. Çalışma, güneşin doğuşuyla başlar. Osmanlı'da Divan-ı Hümayun namazdan sonra toplanırmış. Öğleden sonra da halkı dinlerlermiş. Bir müminin gündüz vakti, rızkını temine yarayan işlerle meşgul olması gerekiyor. İbadet saatleri zaten bellidir. İstirahat saatlerini de kendine ayıracak. Geriye kalan vakitlerde her şey yapılır. İbadet, taat hayır işi. Biz şimdi ne yapıyoruz? Lak lak yapıyoruz. 8 saat televizyon izliyoruz. Malayani ile vakit öldürüyoruz. Eskiden bu vakitler daha güzel değerlendirilirmiş. Cemaat, namazlarından sonra ortak işleri için toplanırmış. Çalışmanın sonu yoktur. Çalışmanın bir kısmı hayatı idame için yapılır, bir kısmı hayır için yapılır; ama hepsi çalışmadır. Kimisi topluma hizmet için çalışır, kimisi kendi rızkı için çalışırdı. 0 nedenle iktisaden ileri gittiler. Aksi halde ileri gitmeleri mümkün değildi. Malayani ile meşgul olunmazsa, 24 saat fazlasıyla yeter, iktisaden de kalkınılır, toplum da huzurlu olur.

Hayat dengeler üzerine kurulmuştur. Denge bozulduğu zaman kâinat yıkılır, aile yıkılır, insan yıkılır. Her şeyde denge aranır. İslamiyet'te de bu günkü Batı terminolojileriyle düşünürseniz zihniniz karışır. İslam sosyalizmi dendi, İslam kapitalizmi dendi. Bunlar İs1am'ı insanların kendi akıllarıyla buldukları terimlerle ifade etme cüretidir. İslam, Allah'ın koyduğu bir düzendir. Sen Allah'ın koyduğu bir düzeni, Allah'ın yarattığı insanın kelimeleriyle açıklıyorsun ve onu onun içine sığdırmaya çalışıyorsun. İslam onları aşar. İslam'ın kendi terimleri vardır. İslamiyet'te iki insan makbuldür. Biri sabreden fakir, biri şükreden zengin. Allah herkesi farklı yaratmıştır. Kimine mal vermiştir, kimine ilim vermiştir, kimine güzellik, kimine çirkinlik, kimine fakirlik. Bunların hepsi bir imtihan şeklidir. Hayatta her insan her an bir imtihana tabidir. Mühim olan bu imtihanı geçmektir. Mesele imtihanın şekli değildir. Eğer Allah sana bir nimet verdiyse bakalım nasıl davranıyor diye vermiştir. Vermemiş olabilir, o zaman da bakılır isyan etmeyip sabredecek mi? Eskiden Kapalı Çarşı'nın girişinde bir söz vardı; "Esnaf Allah'ın sevgili kuludur". Bir tarafta bu var. Bir tarafta veren el, alan elden üstündür deniyor. Öbür taraftan komşusu aç iken ona bigane kalan bizden değildir deniyor. İslam'ın beş temelinden biri zekâttır. Zekât bir içtimai yardım değildir. Zekât bir mükellefiyettir. Fakirin zengindeki hakkı, zenginin fakire olan borcudur. Burada methumlar yerine oturuyor. Hayat bu iki kavramdan ibarettir: Şükür ve sabır. Bunu başarabilirsek hayatımız güzelleşir. Kusursuz bir dünya söz konusu değildir. Öyle olsa insanları kusursuz yaratırdı. Öyle olsaydı da sorumluluk hesap verme olmazdı. Hesap günü niçin yaratılmış, insanlar bu dünyada bir imtihandan çıkacakları için. Akıl vermiş Allah bize, iyiyi kötüyü ayıralım, sorumluluk alalım diye. Akıl sahibi olmayan sorumlu olmaz ki.

Sorumluluk sahibi olmak için irade-i cüziyemizi kullanma imkânımız olması lazım. Biz cüz'i irademizi doğru kullanmakla mükellefiz. Ama iradei külliye, farklı şekilde tecelli edebilir. 0 zaman diyeceğiz ki, bunda da bir hikmet vardır. Ye'se kapılmayacağız. Onun için İslamiyet'te intiharlar yasaklanmıştır. İnsanın kanaat sahibi olması gerekir. Şükür esastır. Allah'ın verdiğine şükretmezsek, kanaat sahibi olamayız ki. Kanaat kaybolduğu anda insanlarda, problemler başlar. Zengin de olsak fakirde olsak kanaat sahibi olmamız gerekir; ama çalışmak şartıyla. Yan gelip yatarak değil. Allah bizim zaruri ihtiyaçlarımızı karşılar. Bugünkü insan birçok kazip ihtiyacını zaruri ihtiyaç gibi telakki ederek bu kavramı, yaklaşımı dejenere etmiştir. Kendimiz uydurup ihtiyaç haline getirmişiz. Dolayısıyla iyi ahlak sahibi insanın kanaat duygusuna sahip olması, sonra çalışması ve tevekkül duygusuna sahip olması gerekir. Çalışacağız. Kimine az gelecek kimine çok gelecek. Bu Allah'ın takdiridir. Onun için İslam'da; "Ben çalışacağım, milyarder olacağım" demek, İslami terminolojiye aykırıdır. Ne diyor Cenabı-ı Hak? "İlmi çalışana veririm, serveti istediğime veririm. Servet vereceğime de önce hikmet veririm, sonra servet veririm." Dolayısıyla çalışmak şarttır; ama her çalışanın zengin olması şart değildir. 0 bir imtihan şeklidir. Seni zenginlikle imtihan edecekse zenginlik verir, vermemişse şükredeceğiz. Ölçü meselesidir bu, dengedir. Şimdi bir lokma bir hırka takva derecesidir. İslam'da, şeriatın koyduğu kaideler vardır, tasavvufun getirdiği derinlikler vardır. Şeriat asgari hudutlar koyar, tasavvuf ise bunun üstüne çıkar, nefsi terbiye eder. Oradaki kademeleri normal insanın şeriat lâzımeleriyle karıştırmamak lazım. Bir lokma bir hırka meselesi, kanaat meselesidir. Kanaat sahibi ol ama çalışma değil, ille fakir ol demek değildir bu.

(*www.ensar.org)