FEYZ: Günümüzdeki erkek ve kadını gözlemleriniz ışığında tahlil eder misiniz?
Yasemin Yalçın AKTOSUN: Zaten yapılan tahlil biraz da gördüklerimiz gözlemlediklerimiz üzerinden olduğu için adeta kitap üzerinde anlatılanlar yavaş yavaş güncelleniyorlar. Güncellenmiş şekliyle erkek ve kadını konuştuğunuz zaman, her ikisinde de bir çaba görüyorum; erkeğin erkekliğini ispat etme kadının da kadınlığını ispat etme çabası, dolayısıyla çatışmalara sebep oluyor. Daha bu çocukluktan itibaren aşılanıyor ve en fazla karşımıza çıkan şekli evlilik öncesi görüşmelerde oluyor aslında. Kadınla erkek konuşuyorlar, güzel niyetlerle de tanışıyorlar. Zaman içinde kadın kendini öyle bir kimlikle sunuyor ki, tamamıyla feminist duygular ön planda…
"Kadının hakları şunlardır, evde iş yapamam, şu olmaz bu olmaz" şeklinde, kadın başta kendini korumak üzere adım atıyor, muhatabına bunu ifade ediyor, eşine ifade ediyor. Kadındaki bu hareketli ve güçlü yapı erkeği rahatsız ediyor çoğu zaman. Bu kez de erkekte erkekliğini ispat etme çabası başlıyor. Üniversite, yüksek tahsil yaptığı hâlde erkeklerin kadınlara şiddet uyguladığı görüyoruz, nedenlerinden biri o. Erkek gücüne güveniyor yani erkeğin kol gücünü hissettiği oranda biraz da erkekliğini ispat çabası olduğunu görüyorum.
Ana görünüş bu; erkekte de kadında da bu doğrultuda bir çaba, bir gaye var. Ama fıtratlarına münasip davransalar, zaten tamamlayıcı olacak; ben bunu, fıtratlara uygun davranmayış, toplumsal harekete katılma çabasının verdiği bir karmaşa olarak yorumluyorum. Buraya gelen insanlara da baktığımız zaman, ana problem bu. Hatta şunu itiraf eden erkekler çok olmuştur. Ben sadece diyorum ki: "Sen haklısın" desin, benim istediğim o. Ya da "bazen bana su getirmesi çok hoşuma gidiyor. Yani her istediğimde bana garip bir bakış fırlatması ya da sen niye getirmiyorsun senin de ayağın var, kendin getir demesi rahatsız ediyor beni. Yapabilirim ama ben erkeğim", bunu vurgulaya vurgulaya söylüyor. Bu bir itiraf ama genel anlamda erkeklerin psikolojisini yansıtıyor. Kadında da aynı şey var. Kadın daha küçükken annesinin ezildiğini görüyor. "Sen kendini ezdirme, sen şunu yap, bunu yap" deniyor ona…
Bu anlamda o kadar çok hazırlıkla atılıyor ki evlilik haya-tına. Kadınlarla oturduğumda "Ama ne yapayım bana bağırsın mı?" Tabiî ki bağırmasın ama en ufak bir tepkide çok büyük bir karşılık vermemek gerekiyor. Tamamlayıcılık yok. Ciddi anlamda çatışmalar olduğunu görüyorum. Bunun dışında tabi çok önemli bir gerçek var ki, iki de bir boşanma olduğunu görüyoruz. Ve bu durum, nüfusun geneli için geçerli. Ama kadında da erkekte de istisnalar mutlaka vardır. Kadının daha çok kendini psikolojik olarak ifade edebilmesi lâzım. Tabi bu ifade içte doluluk olmadığı zaman dışta teşhircilik olarak dışarıya çıkıyor. Kendini ifade etme aracı olarak dişiliğini kullanabiliyor. Bu toplumumuzda gitgide daha da yaygınlaşmaya başladı. Erkek için durum bu kadar vahim değil. Erkek bizatihi kendini kullanmıyor belki ama içte bir boşalma olduğu gerçek. Okuyan insan sayısı çok fazla artıyor. İnsanı kuvvetlendiriyorlar, maddeler artıyor, ama içteki o doluluk oranı azalıyor. Dolayısıyla insanlar psikolojik ve bireysel anlamda kendini tatmin edemi-yorlar, edemedikleri için de çatışmalar oluyor.
Çok yüzeysel, her iki beden olarak tanımlıyoruz sadece; çoğu zaman içlerini doldurabildikleri oranda kendilerini tanıdıkları ve tanımladıkları ve değişime açık oldukları oranda bir takım yüzeysel süreçlere takılmadıklarını ve problemlerin daha kolay ekarte olacağını düşünüyorum.
Günümüzde feminizm, modernizm ve cinselliğin istismarı kadını nasıl etkiliyor? Bu vesileyle kadın adeta mit'leştirildi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keskin tanımlarla bunu açıklayabilmek mümkün değil. En azından benim branşım adına mümkün değil. Gözlemlerimi aktarabilirim. Ciddi anlamda istismar var. Ve kadın bunda oldukça çok etkileniyor. Fakat bir kısım kadınlar bundan rahatsız mı acaba diye de düşünüyorum, saydığım sebeplerden dolayı. Kadın zaten başta malzeme kullanmıyor, genelleme yapmıyorum bazı kadınlar için söylüyorum; okuduğu kitap sayısı, hayatı yorumlama tarzı, yani iç dünyasında malzeme kıt. Dolayısıyla istismar ediliş ya da cinsel anlamda kullanılmak kadının hoşuna gidiyor. Zannediyor ki gerçekten ben iyi bir noktadayım, demek ki çok özelim, çok değerliyim... Kendisine verilmiş olan değeri unutuyor, terk ediyor ve kendisine verilen her türlü bedenî güzelliği de bununla beraber ön plana çıkıyor. Kötü olan nokta bunu istismar olarak algılamıyor. İstismar olarak algılasa bu noktaya gelmeyiz.
Feminizm noktasına gelince, feminizmin evlilikleri ciddi anlamda yıprattığını ve bitirdiğini düşünüyorum. Aynı şekilde yine birçok kadın bunun farkında değil ve bundan rahatsız da değil. Kadın hakları diye, hani eşitlikçilik dedikleri şey ya da durum; bunu hiçbir şekilde onaylamıyorum. Oysa önemli olan, kadının kendi fıtratına uygun davranması erkeğin de kendi fıtratına uygun davranması asıl olandır. Eğer erkek kadından kendi fıtratına aykırı olan bir şeyi yapmasını isterse, o zaman orada hakikaten bir problem vardır. Bu anlamda değerlendiriliyorsa ve bu nedenle kadın "Ben fıtratımı yaşamak istiyorum, o yüzden kadın gibi olmak istiyorum" diyorsa ki, bizdeki sorun bu değil. Bizdeki sorun eşitçilik anlamında değerlendiriliyor olması ve bu da aile değerlerinin yıkılması anlamında, kadının egosunu abartılı bir biçimde şişirmesi anlamında ciddi şekilde tehlike arz ediyor. Ama tekrar diyorum daha da büyük tehlike kadının bunlardan rahatsız olmaması. Çünkü kadın, bunları alıp kullanıyor, kendini ifade etmede kullanıyor. O zaman şunu da düzeltmek durumundayız: Kız çocuğu doğduğundan itibaren yetiştirilmeli yani kız çocuğuna her türlü beceri kazandırılmalı; kendini ifade edebilme becerileriyle beraber sosyal, kültürel, sportif her türlü aktivite, entelektüel bir kişilik oluşturulmalı yani. Dolayısıyla bu kendini ifade edebilmenin, yani kendini yetiştirebilmişliğin devamında oluşan sadeliğin güzelliğini yaşayan kadın, hem istismar edilmek istemeyecek hem de kendi problemleri karşısında daha dik duracak diye düşünüyorum. Öyleyse baştan itibaren bu yaklaşımla sorunların ele alınması gerekiyor diye düşünüyorum, daha çocukluklarımızdan itibaren.
Evet, kadın adeta mit'leştirildi mi? Dediğim gibi mitleştiriliyor. Evet, devam eden bir süreç var. Hem de artarak devam eden bir süreç. Dezavantaj ciddi anlamda.
FEYZ: Günümüzde kadın psikolojisinde neleri eksik buluyorsunuz? Nasıl olmalı?
Yasemin Yalçın AKTOSUN:Kadının rolleri vardır. Kadın özel bir varlıktır. Erkeğin ağzındaki kuştur. Bana göre de öyle. Hatta bir takım örnekler verilir. Bir erkek için şöyle söylenmiş; "Evlilik hayatı bir bedense ben bunun kafasıyım." Kadın da "tabiî ki sen bu evin kafasısın ama ben de boynuyum." diyor.
Erkek else kadın bilektir. Adeta eklem görevi görür, hayatı harekete geçirir, eşini, ailesini… Çok güçlü bir mekanizma. Kadının birden fazla rolü var aslında. En önemli rolü kulluk, bu rolüyle beraber hayatı renklendirici diğer rolleri var. İşte efendim eşlik rolü, ev kadınlığı rolü, çalışıyorsa çalıştığı hayat, annelik rolü vs. Son dönemde yeni nesil insanlara bakıldığında bireysellik daha ön planda... Kadın kendi bireysel rolünü ön plana çıkartıp, annelik rolünde de zayıflıyor; "Ya ben ne yapayım, çok fazla fedakârlık yapamam, bir tane olsun ya da olmasın." Diyor. Annelik rolünü çok sevmediğini, devamını getirmek istemediğini görüyo-ruz. Ya da eksik duygu var burada. "Önce ben, önce ben" duygusu varsa, yeterince eş olamıyor meselâ. Ev kadınlığı hususunda da; bir kadının ev kadını olması ona külfet değildir aslında. Eşin onu anlamamasıdır külfet olan. Ya da destek olmamasıdır. Öyle ki efendim kadının evini temizlemesi, bulaşıklarını yıkaması, çamaşırlarını düzenlemesi o kadar güzel bir şeydir ki kadın o rolüyle alâkalı olarak tatmine ulaşmış olur.
Dolayısıyla günümüzdeki kadın tiplemesinde benim en fazla eksik bulduğum bu rollerini, kendisinin ön plana çıkacağı bu rollerini yeterince kullanmaması olarak görüyorum. Devamında ne oluyor? Devamında hep kadın mağdur oluyor çünkü insan psikolojisinde şöyle bir unsur söz konusu; kaç role sahipse o role uygun hareket içinde olmalı, eğer olmazsa tatmin olamaz. Meselâ düşünebiliyor musunuz bir annenin çocuğu gece ağlarken "Aman ne yapsam uyumuyor. Ama ben uyumak zorundayım. Ne yapayım ağlarsa ağlasın" deyip uyumasını. Anne uyur uyumasına ama bir şekilde rahatlayamaz, tatmin olamaz. Anneliğin devamında gelişir gece uyumamak ve gerekirse aç kalmak. Bunun zıddı davranışlar anneliği geliştiremez.. Ev kadını "ben şunu yapmak istemiyorum iş yapmak istemiyorum" der ama evinin dağınıklığından çok rahatsız olur. İnanılmaz rahatsız olur. Kadın bunlardan mutlu olabilir aslında, mutlu olmak içinse rahatsızlık sebeplerini araştırması gerekir. Her defasında hanımlara; sizi rahatsız eden şey bütün bu roller değil; sizi rahatsız eden şey bu rolleri yeterince kullanamıyor olmanız. Rol değişimi yapmıyor olmanız…
Meselâ eşiyle problem yaşıyor kadın, o problem, onun haftalarına mâl olabiliyor. Anneliğe geçiş yapamıyor, oturmuş oraya evini temizlerken öyle bir hırsla temizliyor ki kasıyor kendini, daha fazla yoruyor. Dolayısıyla kadın bu anlamda baktığımızda kadınlık rollerini kullanamı-yor. Kadın psikozu diyoruz, kadının mağdur olması, vericiliği vesaire. Hani Müslüman kadın tiplemesine baktığımız zaman kadın kuşatır, toparlar, merhametin, Râhim isminin tecellisi vardır. Bu anlamda bunlar kadının özelliği; zaten neden vermekten korksun ki. Veriyor, verdikten sonra bunu dile getiriyor, dile getirdiği için karşı taraf daha fazla alını-yor, bir de bakıyorsunuz ki kavga ortamı. Ben diyorum ki kadın, Müslüman kadın, yaptıklarını bir lütuf olarak algılamasın, ilk etapta sadece eşi tarafından destek görmek üzere eşinden yardım talep etsin. Elbette eşine çocuklarına destek olmalı o olayın ayrı bir boyutu…
Ama en önemlisi kadının rollerini çok fazla dengeleyememesidir. Kulluk rolüyle kadınlık rolünü eşleştirememesidir. Onu çok başka bir yerde görüp "aaa evet bağırmamalıyım ama ne yapayım, anneyim, bağırıyorum. Evet, doğru eşimle şu şekilde geçinebiliriz, dinimiz bunu emrediyor ama ne yapayım" diyor yine kendine eski rollerini biçiyor.
FEYZ: Ahlâkî ölçülere pek uymayan medyatik kadın tiplemesi de söz konusu. Yetişen gençlik için bunun önemi nedir? Ergenlik psikolojisi açısından bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ailelere tavsiyeleriniz nelerdir?
Yasemin Yalçın AKTOSUN: Ergenlik zaten gencin başkalarıyla özdeşlik kurduğu dönemdir. Bir şekilde birilerini örnek alarak, onu kendi hayatına uygular, gördüklerini yaşam tarzı olarak alabilir, bakış açısı anlamında benimseyebilir. Tüm detaylarda olabilir bu; giydiği kıyafet, taktığı toka olabilir. Bütün detaylarla özdeşim kurduğu dönemdir ergenlik dönemi. Ve çocuk, çocukluk döneminde yeterince yetiştirilememiş ise, bir takım kitaplarla, ahlâkî ölçülerle, dolayısıyla bir arayışa girer ve ona göre şeklen en güzel olanını alır. Bilmez çünkü hangisi daha doğrudur… Meselâ siz bir mobilya almaya gidersiniz. Sağlamlıkla, kaliteyle ya da kullanışla alâkalı olarak bir anlayışınız yoksa, gider hoşunuza gideni alır gelirsiniz. Çünkü neye bakacağınızı, nasıl değerlendireceğinizi henüz bilmi-yorsunuz. Ergenliğin yaşadığı sorun budur diye düşünüyorum. Eğer çocuk iyi yetiştirilemediyse ergenliğe kadar, ergen olduğunda sadece kendisine hoş geleni tercih eder. Meselâ eğlenceli olanı tercih eder. Meselâ ahlâkî ölçülere uymasa da güzel olduğuna inandığını tercih eder. Gençlerde böyle bir yozlaşma olduğunu görüyorum. Annesiyle geliyor, muhafa-zakâr bir anne, muhafazakar değerleri var; kızıyla geliyor ama görüntü anlamında, ifade anlamında, yaklaşım anlamında çok farklı iki dünyanın insanı gibiler. Ama aynı evden çıkma iki insan… "Hayatı özetlersen ne dersin?", dedim -bana gelen birçok genç insanın ifadesi- "hayat bu, gez, hayat boş, eğlen coş" dedi. "Bu kadar mı?" dedim kendisine "Espri yapı-yorum", dedi. Ama birçok gencin algıladığı da bu.. Bu anlamda genç şekle takılıyor, bireyselliğe takılıyor, çünkü o noktaya kadar nitelikli gelmemişiz.
Medyatik kadın tiplemesi bu anlamda çok kötü etkiliyor. Her şeyden önce, bazı uygunsuz görüntüleri normalleştiriyor. Ailesi bile normalleşmeye başlıyor. Meselâ; o kadar çirkin, o kadar hoş olmayan kadının meta olarak kullanıldığı görüntüler var ki. Şimdi anne tabiî ki bunu uyarlamıyor çocuğuna, istemiyor ama o artık normalleşmeye başlayınca, onun üç-beş alt kademesi çok daha normal görünüyor. Normalde asla onaylamayacağı bir şey, "Neyse, böyle olmasın da böyle olsun." diyerek birazcık daha onaylayabiliyor. Aileler için de bir normalleşme süreci var, çocuklar için de bir normalleşme süreci var. Ahlâkî ölçüler sanki görülmemeye başlıyor… O yüzden de etkiliyor mu? Evet etkiliyor, iletişim kuruyorlar kızlar da erkekler de. Öyle ise ne yapmak lazım meselesine gelince; bir defa ergeni anlamak lâzım çünkü ergenlik dönemi bireyin "Ben buradayım" dediği dönemdir. Ben buradayım dediği dönemde de şu şekilde olabilirim diye ergen düşünür. Yine aynı nokta. Ergen bunu daha ziyade en kolay yoldan yapar, meselâ kulağına küpe takar. Ve herkes "aaa sen küpe takmışsın kulağına" dediğinde, bir anda fark ettiriyor kendini ve "ben buradayım" demiş oluyor ergen. Ya da işte marka özentisi, eğilimi; bir şapka takar… Herkes "aaa ne kadar güzel şapkan" der, markaya atıf olmayı tercih eder. Çünkü "marka olacağım da, insanlar beni ben olduğum için sevecekler de, markalaşacağım da", beklentisi, onun için çok uzun bir zaman…
Kısa yoldan "ben buradayımı" sağlamaya çalışır ergen. Dolayısı ile de arkadaş grubuna dâhil olur, daha doğrusu onu alkışlayan gruba dâhil olur. Zaten onu alkışlayan grup da aynı şekilde bir gruptur. Dolayısı ile de ergenin, ergenliğin sonuna kadar yetiştiği ortam o şekilde yüzeysel süreçlerle devam eder. "Eğlen coş hayat boş" felsefesini hep beraber benimserler. Birincisi ben buradayım di-yorlardı, ikincisi özdeşim kuruyorlar.. aile şunu unutmamalı: "Özdeşim kurduğu model ben olmalıyım", demeli aile. Nasıl ben olmalıyım? Meselâ bir annemiz vardı. Olağanüstü bir hanımefendiydi, -geçenlerde konuşuyoruz- dört tane çocuğu var, genç bir kadın, iki üniversite mezunu, kültürel anlamda hakikaten çok zenginler.
Dedi ki; "biz şuna karar verdik" -E ne yaptınız hanımefendi. (oldukça muhafazakar.) Dedi ki; "çocuklar şikâyet ediyorlar. Bana zaman ayırmıyorsun, öbürü bana zaman ayırmıyorsun.". "O zaman ne yapalım çocuklar?" dedim. "Sınırları kaldıralım isterseniz…" Onların da onayı ile kaldırdık. Fakat çocuklar sıkılabilirler psikolojik olarak. Bu defa di-yorlar ki, baba çok yoğun, baba işte ciddi anlamda da yoğun iş dünyasında... "Anne" diyorlar "işte paten kaymaya gidelim." "Ben çocuklarımla hep beraber paten kayıyorum. Ya nasıl olur, ya ben bir kadınım nasıl giderim. Uygun bir yerden alıyordum, buluyordum gidiyordum. Çocuklarım erkek. Anne futbol oyna-yalım" dediler. "Gidiyorduk uygun bir yerde hep beraber futbol oynuyorduk." Çocuk için artık anne her şeyi bilir, anne hiçbir şeyden sakınmaz yapabilir. Anne değerleri var, asla taviz vermez. Anne asla şunu yapmaz bunu yapmaz. O bir kere kontrolcüdür. Annenin değerleri var. Anne çok hareketli, eğlenceli anne çok güzel kitap okur, anne arkadaşları ile çok iyi geçinir, anne çok nizami, anne baba ile çok iyi anlaşıyor. Aktif kız çocuğu için de böyle… "Kızım için tek model benim. Benim gibi olmak istiyor. Hakeza aynı şey baba için de geçerli. Çocukların dünyasına girelim" diyor. Onları eleştirmeden, "aaa ne biçim saçın, başın, kıyafetlerin", demeden önce hani alkışlıyor ya arkadaşları, biz de onlardan daha önce alkışlayalım… Onların dünyasına girince çocuklar ister istemez bize benzemeye çalışacaklardır", diyor. Aileler biraz daha çocukların dünyasını eleştirmeksizin ergenlerin dünyasına girsinler, ergenin mantığına göre bir mantıkla yaklaşsınlar, ben bir çok şeyin hallolacağını düşünüyorum.
Yine ailelerin özetle şunu da yapmalarını istiyorum. Bununla alâkalı bir örnek vereceğim. Benim erkek kardeşim zayıfça hoş bir delikanlıdır, ergenliğin ortalarında. Önceki dönemlerinde, 15-16 yaşlarındayken, küçük bir top sakal bırakmak istedi, ailem buna karşı çıktı. Büyükler, dedeler amcalar falan. Ama ciddi ciddi tepki veriyorlar, ayrıca da erkek kardeşim de bundan oldukça rahatsız. Bir çatışma oluyor evde. Zaten ergen, ciddi anlamda gözü kara, bağırırdı, çağırırdı. Halledemiyorlar meseleyi. Büyükler anlayış göstermekten uzaklar, çocuk zaten "neden anlayış göstereyim, ne var bunda, zaten herkes beni böyle beğeniyor" diyor. Sonra bir gün ergenliğin mantığına inip "ben el atayım" dedim olaya. Ali saçını tararken aynada, dedim ki;
-Ya Ali, dedim bu top sakal sende ayrı bir hava oluşturdu.
-Öyle mi abla dedi.
-Böyle entelektüel görünüyorsun. Hani yazarlar şairler olur ya, dedim. Genç bir yazar gibisin, Ali'nin çok hoşuna gitti bu. Hakikaten mi abla falan ben yakıştırıyorum dedi. Yani olayın bu boyutuna inmem halletmeye yetmişti olayı.. Yani zaten söylediğim şeyler çok mübalağalı da değildi. Ondan sonra Ali'de bir yakınlaşma oldu. Aileden biri onu olduğu gibi kabul ettiği için çok rahatladı. Ama Ali'nin bir doğası var, zayıf olmayı hiç sevmiyor. Bir baktım "aaa... Ali sen zayıfladın mı acaba? Aaa evet, evet sen zayıflamışsın. Bak elmacık kemiklerin çıkmış, ha yok, yok zayıflamamışsın…
Ha galiba sakalın siyah ya sanki buralar daha bir çökmüş gibime geldi. Aman neyse boş ver." Ali akşam geldi sakal falan yok. Bir daha da bırakmadı. Yaptığım şuydu, sadece çocuğun mantığına seslenmek... Bunun gibi birçok örnek var; "ya yok yapamazsın, geberti-rim seni, kırarım bacaklarını" falan değil yani. Genç kızın zaten zaafları var. Meselâ; atıyorum: "aaa sen şişmanladın, bacakların ne kadar şişman görünüyor" tabiî ki ama tatlı bir üslupla… Etek giydirmeyelim devamlı ama onun ötesinde nasıl davranacağımızı bilirsek, zaten onu yapmayacaktır. Zayıflayamayacağı için de onu kapatmaya çalışacaktır. Gencin mantığına bürüyelim.
Öbür türlü dünya çok güzel, eğlenceli, bir eve giriyoruz, şu yasak bu yasak. Çocuk yasak olmayanı tercih ediyor tabii ki...