Vefa / Şenel İlhan Beyefendi

 

Efendimiz Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde, insanların akıllarını sahillerdeki irili ufaklı kumlara benzetmiştir. Yani nasıl ki sahillerdeki o irili ufaklı kumlar ve taşlar farklı farklıdır ve tek tük de olsa aralarında hepsinden daha iri ve büyük bir ya da birkaç taş bulunur; işte insanların akılları da Resûlullah Efendimizin muhteşem benzetmelerinde olduğu gibi, azlık ve çokluk hasebiyle derece derece ve farklı farklıdır... Tabii durum böyle olunca da, insanların hiç şüphesiz dinleri de, ahlakları da, imanları da aklıncadır...

Yani yine, Efendimizin buyurduğu gibi, “Herkes aklınca Müslümandır.” Dolayısıyla, herkes aklınca âlim, aklınca derviş ve aklınca adam... O halde, anlatacağımız ayet ve hadis kaynaklı sözleri, aklı çakıl kâfirler asla dinlemeyecekler, okumayacaklar hatta okusalar bile kıt akılları ile komik bulup gülüp geçeceklerdir. Münafıklar ise, kıt beyinli kâfirden daha da çok âdî tepkiler gösterip öfkelerinden kızaracak, biz ve bizim gibi herkese tarih boyunca sürdürdükleri ikiyüzlü ve sinsi düşmanlıklarını bundan sonra da sürdürmeye mütemadiyen devam edeceklerdir. Ve yine, ne sözümüzü dinleyip ne de yazımızı severek okumadıkları gibi, asla ve asla da, bizim tertemiz ve nurlu yolumuzdan, içlerinden gele gele kesinkes yürümeyeceklerdir. O halde, Müslüman ehl-i tebliğin sözünü, ne kâfir doğru dürüst dinler ne de münafık...

Dinlese dinlese Müslümanı yine Müslüman dinler. Ve anlasa anlasa Müslümanı, yine hiç şüphesiz sadece Müslüman olan anlar. Öyleyse, biz tüm yazılarımızda sadece Müslümana konuşuyor ve sadece Müslümana yazıyoruz!..

Ayrıca, bir de bu üç sınıf insandan apayrı dördüncü sınıf diyebileceğimiz tipler de vardır ki, onlar ne kâfirdir ne münafık ne de doğru dürüst Müslüman!.. Kim mi onlar? Ben Müslümanım diyen ama gerçekte, bilerek ya da bilmeyerek mütemadiyen saf değiştirip, nereye çekersen oraya gider meşrepli zavallılardır. Yani cahiller...

Evet... İşte bir de bu tipler vardır. Bizi ve bizim gibileri asla dinlemeyen ve dinlese de kesinlikle anlamayan...

Onlarda ahde vefa sıfırdır... Ne sözlerinde dururlar ne sadık dostturlar... İyi günde onlardan iyi dost olmaz ama kötü günde tamamen saf değiştirip, en azılı düşman ve en kararlı hasım olurlar...

Müslümanlıkları da naylon gibidir. Rahat ve mutlu günlerinde tamamen gaflette, huzursuz ve sıkıntılı günlerinde ise, isyanda ve inkârdadırlar. Oysa bu durum, öyle büyük bir nankörlük ve öyle büyük bir adaletsizliktir ki, idraklere sığmaz ve dille de anlatılamaz... Rabbine karşı böyle âdî olabilen insanın ise, kullara dost olabileceğine inanmak ve bu adi âdî yaratıklara güvenmek de, başka boyutta değişik bir cahillik, hatta ahmaklıktır!..

Halbuki vefalı olmak ve nankörlük etmemek, mü’minin en bariz hasletidir. Çünkü mü’min öyle güzeldir ki, rahatta ve mutlulukta, gaflette olmadığı gibi; zahmette ve mutsuzlukta da, asla ve asla, Rabbine ne isyandadır ne de inkârda... Dolayısıyla bu tip güzel insanlar dosttur, vefalıdır... Babadır, candır ve sevgilidirler... Oysa yukarda örnekleriyle anlattığımız vefasız cahillerin yardımını ve dostluğunu ummak cinnettir, deliliktir... Çünkü iyi günde dost gibi olan zor ve sıkıntılı günlerde birdenbire saf değiştirip arkasına bile bakmadan gitmek cahilin ve bu manada münafığın hasletidir... Ve, elbette ki bu aşağılık yaratıklara da hiç mi hiç güvenilemez.

Oysa hepimiz biliriz ki, insanlar aciz varlıklardır. Hem fiziki hem de ruhi yapıları itibariyle, zaaf ve acziyet içindedirler... Hayatları, binlerce iniş-çıkış içindedir. Kâh bunalım kâh sıkıntı ya da hastalık gibi beşeri zaaflarla ömürleri boyunca mücadele eder, didinir dururlar. Dolayısı ile o yüzdendir ki, insanoğlu hiçbir zaman tek başına ve yalnız yaşayamaz denmiştir. Ve yine insan, zor günlerinde yardıma koşan dostları olsun istemiş, mutlu günlerinde ise mutluluğunu paylaşacağı yakınlıklara ihtiyaç duymuştur.

Ebetteki, hiç şüphesiz en büyük dost ve yardımcı Allah’tır! Ama ne var ki, Allah Teâlâ insanlar birbirlerine muhtaç ve birbirlerinin yardımlarıyla mutlu yaşayabilecekleri biçimde yarattığı için, insanın insanı sevmesi ve yukarda anlattığımız biçimde olması gereken birliktelikleri fıtrîdir ve güzeldir...

Sözü uzatmayalım, vefasızlık münafığın hasleti, vicdansızın, bencilin, nankör ve kadirbilmezin ahlakıdır... Ve hepimiz çok iyi biliriz ki, kâfirin küfrünün en büyük sebebi: Binlerce cinayetten daha da büyük cinayet olan adaletsiz düşüncesidir!.. Ve, sonsuz denecek kadar nimetleri görmemezlikten gelen vefasızlık ve nankörlüğüdür!..

Yani daha açığı, kâfire yedirseniz içirseniz, sırtınızda taşısanız yaranamayacağınız gibi, tam tersi size olan düşmanlığını artırmaktan başka hiçbir şey yapmış olamazsınız... Çünkü onlar, bir kere kalplerinde ve düşüncelerinde dengeyi kaybetmiş, bizatihi kendi iradesiyle adaletsizlik ve vefasızlığı tercih etmişlerdir!

Mesela, bakınız kâinattaki her zerre adeta Allah’ı gösterircesine, Kur’ân’ın ifadeleriyle, ayetlerle, delillerle dolu olduğu halde, bu milyarlarca delilin her birini görmemezlikten gelip ve yokmuş farz ederek Allah’ı inkâr eden insan; şayet adaletli ve her şeyi yerli yerine koyarak düşünebilseydi, bunu yapabilir ve kâfir olur muydu?.. Aslında biz insanoğlu, dünyaya her şeyi yerli yerine koyup, adaletli düşünüp, adaleti yakalayalım diye gönderildik. Ki, işte imtihan da budur.

Yoksa, adaletli düşünemeyen bir insanın, evliya ile eşkıya arasındaki farkı veya Ebu Bekir ile Ebu Cehil arasındaki uçurumu fark edip, zihninde ve kalbinde her şeyi yerli yerine koymasını beklemek, sanıyorum adaletsizliğin kendisi olur.

Öyleyse bu şu demektir: Kâfir ile Müslüman arasındaki en önemli ahlaki farklardan biri: adalet duygusudur. Ve, ister kâfir ister Müslüman olsun insanların tümü, adaletsizlikten aldıkları pay ölçüsünde adileşebilir. Vefasız ve adaletsizlerin, şayet tövbe edip dönmezlerse, sonlarının küfür olacağı kesin bir adalettir!..

Allah’ a emanet olunuz.