Sunuş

1930-1940'lı yıllar... Dine, imana, ahlaka, iffete, namusa karşı açılmış usanmaz ve utanmaz amansız saldırılar her boyutta mütemadiyen devam ediyor... Ve, Güneydoğu insanının maddi manevi geleceği ve umutlan bu korkunç saldınlar neticesi iyice karartılmış, çökertilmiş...

Allah'a sonsuz şükürler olsun ki o yıllarda Rabbımızın merhameti ve şefkati Siirt Bilvanis'ten bu karanlık günlerin üzerine bir nur gibi doğuyor... Evet bu nur huzmesi Sultanül Cazibin ve Reisul Evliya Seyyid Abdulhakim efendi... İsminin başından da anlaşıldığı gibi ehl-i beyt'ten ve Hz. Hüseyin (r.a.) soyundan...

Yüzyıllardan beri Devleti Osmaniye'nin çatısı altında Kürt, Türk, Çerkez, Arap diye ayrım yapılmadan kardeş kardeş yaşanmış olmasına rağmen özellikle Doğu Anadolu'nun çilekeş insanı sebepleri çok karışık ama acısı bu gün çıkan bir kaosun, bunalımın kucağına itiliyor... Ne var ki bize göre en önemli sebep olan kardeşliğin ve islami manada birlikteliğin en güzel ve kalıcı olanını tesis eden iman ve islam bağlarına saldırılar ve bu saldırılar neticesi de doğal olarak bu günkü malum durum ortaya çıkıyor.

Evet, işte ta o zamanlarda yani 1938'li yıllarda kökleri topraktan çıkarılmış ve her boyutta terörün ve isyanın kucağına itilmiş bu insanlara, dedelerinin alışık olduğu tanıdık ve şefkatli bir ses bütün ihtişamı ile (GELİN!) diyor...

Ve, bu ses bir Allah dostunun, Allah'a, Kur'an'a, huzura ve bu bağlamda da İslam kardeşliğine davet sesi... Bu ses, maddi ve manevi atmosferlerinde açılan delikler neticesinde, küfrün ve çaresizliğin imanı, ahlakı, şahsiyeti, kişiliği ve her boyutta korunması gereken insani değerleri korumaktan aciz durumlara gelen bu çaresiz mazlum insanlara cennet atmosferinden hayat taşıyan, oksijen taşıyan Seyyid Abdulhakim Efendinin sesi...

Ve, 1970'li yıllarda önü alınmaz doğal ve zaruri bir insan seli, coşkuyla ve sürurla o sese doğru koşuyor... Umutla ve büyük bir iştiyakla... Ve her ne olursa olsun mutlu olarak... Ama ne var ki bu dünya fani ve ölümlü...

Gönüller sultanı diye anılan Seyyid Muhammed Raşid Hz.'lerinin hem maddi hem de manevi babaları olan, Gavs'ul Azam Seyyid Abdulhakim Efendi 1972'de asli vatanı olan Beka yurduna göç ediyorlar... Ve ellerindeki iman, İslam ve ahlak meşalesini de Gönüller sultanına devrederek...

Gönüller sultanı ise bu meşaleyi güneşe çevirip Türkiye'nin semalarına adeta çakıyor... Ve bu güneş kısa zamanda Avrupa'da , Amerika'da hatta Nurun asli vatanı Mekke ve Medine semalarında bile müşahade edilir oluyor...

Evet, Gönüller sultanının mütevazi dergahında, her sınıftan, her ırktan ve her çileyi çekmiş insanlara merhamet ve şefkat var... İlaç var... Umut var... Deva var... En katı kalplerde ve en inatçı kafalarda devrimler yapan manevi tasarruflar var... Ama dedik ya dünya fani ve ölümlü... Gönüller Sultanının etrafındaki sevgi yumağı yirmi yıl gibi bir zamanda akılların hayallerin ötesinde tüm ihtişamı ve azametiyle büyüyor da büyüyor...

İçkinin, her türlü uyuşturucunun, kumarın ve fuhşun yıktığı yuvalar tamir ediliyor, hedonizmin insanlardaki bütün güzel değerleri yok ederek bencil ve hayvan gibi bir hayatı ideal bir yaşam felsefesi gibi insanlara yutturduğu böylesi zor bir zamanda, sadece ve sadece örneğine Ashab (r.a.) zamanında rastlayabileceğimiz sevgi, fedakarlık, cömertlik gibi güzel hasletleri taşıyan, müslüman şahsiyetlerin sayısı da bir taraftan büyük bir hızla kabararak büyüyor...

Velhasıl, sözün özü bugün devletçe başımızdaki en büyük dertlerden birisi olan doğudaki terör olaylarının esas sebebi de o mütevazi köyde yıllar önce teşhis edilmiş ve ilacı da belirlenmişti... Çünkü bugün hala Türk'ü, Kürt'ü, Çerkez'i, Laz'ı, Arab'ı, Alman'ı, Zencisi hepsi gönüller sultanının dergahında, bütün insanlığa ibret bir şekilde bir aradalar. Tıpkı Asr-ı Saadetteki gibi konuşuyor, koklaşıyor, gülüşüyorlar...

Evet, Gönüller Sultanı bu imtihan dünyasındaki mübarek ve mukaddes vazifesini en güzel ve muazzam bir şekilde tamamlayarak tam bir sene önce aramızdan zahiren ayrıldılar. Ama şükürler olsun ki bu kutsi vazifenin ağır yükünü omuzlarında taşıyabilecek tam altı tane büyük Allah dostu yetiştirip bizleri tamamen öksüz bırakmayarak...

Ve bugün semalanmızda nurlu birer dolunay gibi asılı duran bu büyüklerin her birisi de Allah yolunda aydınlanmak isteyen gönüllere feyz ve huzur dağıtmak üzere mütevazi dergahlarındalar...

Rabbımıza sonsuz şükürler olsun ki Gönüller Sultanını kaybetmemizin acısını yüreklerimizde hafifleten ve en büyük teselli ve umut kaynağımız olan bu yüce halifelerini, O'nun (ksa) vefatının birinci yıldönümü münasebetiyle memleketlerinde ve evlerinde ziyaret ettik. Allah ve Resulullah sevgisine susamış gönüllere derman olabilecek manevi cihazatlarla donanmış bu mübarek insanlann kıymetinin bilinmesini Rabbım bize nasip ettiği gibi size ve herkese de nasip etmesi temennimiz ve cihad ismini verdiğimiz misyonumuzdur...

İnşaallah bu doğrultuda da hizmetimizi yaşadığımız müddetçe her ne olursa olsun her türlü zorlukta ve yoklukta devam ettireceğiz...

Evet sevgi değer okurlarımız şu sıralarda biri Adıyaman'da diğeri Konya'da, Van'da, Ağrı'da, İstanbul'da Gönüller Sultanından aldıkları meşalelerle bağlılarının kalplerini ve dimağlarını aydınlatmaya çalışan yüce büyüklerimizden ulaşabildiklerimizle yapmış olduğumuz sohbetlerimizle sizleri başbaşa bırakıyoruz..