Haritaya baktığınızda adeta bir yunus balığının yavrusu gibi duran, "yavru vatan" veya "yeşil ada", lakapları ile ve kahramanlık öyküleri ile kalbimize yerleşmiş olan bu maskot ülkeye, sevgi ve kardeşlik dolu bir yürek ile geliyorsunuz. Ama kısa bir süre sonra ada halkının kalbindeki niyetlerin sizin kalbinizdekilerden farklı olduğunu hissediyorsunuz. Bizim niyetimizin böyle olma sebebi yakın geçmişteki barış harekatına dayanıyor. Buralara geldik, kardeşlerimize yardım ettik, kan döktük, analarını bacılarını rumların elinden çekip kurtardık, kaybolan kimliklerini yeniden kendilerine iade ettik ve en önemlisi de gazi olduk, şehit olduk ya, insan ister istemez sevileceğini ve ilgi göreceğini sanıyor. Kore'de olduğu gibi. Ama burada misafir umduğunu değil bulduğunu yiyor ve kısa bir süre sonra dışlandığınızı, istenilmediğinizi görüyorsunuz.
Tartışma konusu olmadığı müddetçe kimse size böyle bir şey söylemiyor ama tavır, ilgi ve alaka bunu net olarak ortaya koyuyor. "Kabasakal" olarak çağırılmanızın, yerleşme ve burada ticaret yapma isteğinize takoz olunmasının, girdiğiniz bir dükkanda ilgi görmemenizin ya da en azından soğuk bir tavırla karşılaşmanızın sebeplerini merak ediyorsunuz. Şahsen ben "Niye geldiniz buraya" diyenle karşılaştım. Tartışmaya girerseniz hemen kalplerindeki niyeti kusuyorlar. Belki rumlara bile demeye çekindikleri bu sözü fütursuzca size söyleyebiliyorlar.
Araştırıyorsunuz ve onların niyetlerini (tamamen olmasa bile) kısmen tesbit edebiliyorsunuz. Onların niyetlerindeki farklılığın sebebi ise, Türkiye'nin buraya barış harekatı görüntüsü altında gelip, buraya yerleşmek olduğu şeklinde. Yani onların ağzıdan anlatmam gerekirse, niyetin özü, gelin bizi bu düşmanın zulmünden kurtarın, sonra da defolun gidin. Siz misafirsiniz, çayınızı için gidin. Yatıya kalmak yok. Bizim adım başı bar pavyonumuz var ve bir avrupa ülkesiyiz, kafa yapımız rumlarla benzeşiyor. Bize yardım ettiniz diye Müslüman gibi yaşamak zorunda mıyız.? Keyif içinde yaşamamız için bize para da gönderin, bizi çalışarak kazanmaya mecbur bırakmayın, aksi halde yoruluyoruz. Biz çalışmak değil çalıştırmak istiyoruz. Sizi de bu yüzden çalıştırıyoruz, çünkü siz açsınız ve ucuzsunuz. Burası bir avrupa ülkesi olduğu için emeğin karşılığı çok fazla. Biz emeğin karşılığını vererek adam çalıştırırsak fazla para kazanamıyoruz.
Size verilen para ve sosyal imkanlarla bizim insanımız geçinemez. Zaten bu imkanlarla çalışmaz bile. Biz hiç çalışmasak dahi Türkiye'den gelen para ile rahatlıkla geçinebiliyoruz ve Türkiye bize bu parayı göndermek mecburiyetinde. Yoksa rumlara muhtaç kalıp yine eski günlere döneriz. Buna rağmen sizi yine istemiyoruz, çünkü bizim üzerimizde hakkınız var ve bu hakkı size ödememiz asla mümkün olmadığı için rumlardan daha fazla sizlerden çekiniyoruz. Bu sebeple başka ülkelerin insanlarını çalıştırmak istiyoruz. Yabancı iş gücü ile sizin aranızda fark var ; bir kere başka ülkenin insanı Müslüman olmayacağı için her şekilde çalıştırırız. Bizde her yol var. Bize Allah'tan Peygamberden, helalden haramdan bahsedip huzurumuzu da bozmazlar, cami minarelerini artırıp da şehrin şeklini de bozmazlar, sohbetlerinde haddi aşıp belden yukarı da çıkmazlar, onlara bir vefa borcumuz da olmadığı için karşılarında komplekse de kapılmayız. Tam aksine onları borçlandırırız.
İnşaatlarda da çalıştırırız, barlarda da. Özgür bir şekilde her istediğimizi yaparak ipini koparmışcasına tam bir avrupalı gibi yaşarız. Bizi "hooop,! Allah var..." diye uyaran biri olmayacağı için de her türlü başı bozukluğu rahatsızlık duymadan yaparız. Çünkü ne olursa olsun, sonuçta Müslüman olduğumuz için içimizde Allah'a karşı bir tutam da olsa utanma duygusu kaldı. İşte bizi rahatsız eden bu duyguyu kafamızdan ve kalbimizden tamamen atmamız, ancak bize Allah'ı hatırlatıp da yaptığımız şeylerden utandıran insanlarla beraber olmamakla mümkündür. Biz bunu sizlerle beraber ola ola yapamayız.
Çünkü siz, Allah yokmuş gibi yaşayamıyorsunuz. Sizin yüzünüzden ne gönül rahatlığıyla kafa çekebiliyoruz, ne huzurla kumar oynayabiliyoruz ne de açıktan açığa cinsel ilişki kurabiliyoruz. Bunları yaparken "şşşşt, Allah var!" der gibi bakışlarınızdan rahatsız oluyoruz. Her tarafta adımbaşı barlar, kumarhaneler, gece kulübü adı altında genelevler var ama, adayı bunca Müslüman doldurmuşken buralara yeterli müşteriyi çekemiyoruz. Halbuki Türkiye'den değil de herhangi bir ülkeden gelen insanlarla çalışsak kazanç ve yaşantı kalitemiz elbette ki istediğimiz seviyeye ulaşacaktır. Bu insanları hem ucuza çalıştırabilecek, hem de çalışmaları karşılığında onlara verdiğimiz parayı, barlarda, kumarhanelerde ve bilumum hanelerde geri alma imkanımız olacaktır. Kısacası, Müslümanlar bizi bozar kardeşim. Hele bir de Şeyh Nazım Kıbrısi hazretleri diye bir mubarek insan var ki adada, Türkiyeden gelen otuzbin Müslümana bedel. Bırakınız ada halkını İslama davet etmeyi, yabancı uyruklu insanları, hatta papazları bile Müslüman edip namaz kıldırıyor. E biz bunlara katlanamayız, size bizi yanlış anlatmışlar. Biz Müslümanız, ama mecburen.
Tabi bu söylediklerim birinin ağzından duyduğum sözler değil, bir izlenimdir. Ben bir kısmına şahit oldum. Bir röportaj için hazretin yanına gittiğimde, yanında yaklaşık seksen kişi vardı ve bu insanlar her millettendi. Sohbetini ingilizce yaptı. Arada soru soranlara veya ingilizcesi olmayanlara arapça, fransızca, almanca, farsça, hinduca, Japonca izahlarda bulunuyordu. Bana bu insanın birkaç dil bildiğini söylemişlerdi ama yanlış söylemişler. Bence bildiği değil, bilmediği birkaç dil var herhalde. Sohbete ara verip namaz kılındığında ise oraya turist olarak gelip Müslüman olan bir rus doktorun arkasında namaz kıldık. Hazretin kendisi de beraber. Hatta müezzinliğini de bir çinli yaptı. Saatler sonra kendisi ile röportaj yapabildim. Yanına gelen her miletten insanın derdini çözdü, kimi insanlara dönüş için zorla yol paralarını verdi. Cömert, şeceatli, alim, nur yüzlü ve onca yaşına rağmen akıl almaz derecede zeki, ve esprili. Ben onlara sohbetin sonlarına doğru yetişebildim.
Şöyle diyordu ; "Batı ülkelerinin insanı kendi idealleri için ellerinden gelen her türlü imkanı kullanırlar. Bunun için bazen mafyayı da kullanırlar. Mafya için her şey serbesttir ve yasaklanmış şeylerin bile ticaretini yaparlar. İnsanlar korkunç seviyede para biriktirirler ve bundan sonraki ilişkileri mafya ile başlar. Hayatın her dalında bir mafya vardır. Politikada mafya, petrolde mafya, makinede, inşaatta, silahta... her yerde bir mafya vardır ve insanları hayatın her alanında idare ederler. Onlar insanlara derler ki siz serbestsiniz, her istediğinizi yapabilirsiniz. Ve insanlar artık yanlış yola girmişlerdir. En yüksek seviyeden en alçak seviyedeki insanlar hep yanlış yoldadır. İnsanlar bugün niye mutsuzdur.? Bütün dünya doğudan batıya tartışıyor ve kavga ediyor. Doğdan batıya hiç bir millet için barış ümidi yoktur ve barış ümidini de kaybetmişlerdir. Ne kendi hayatları, ne çocuklarının hayatları için ne de kendi işleri için hiç bir garantileri yoktur. Emniyet ve güvenceleri de yoktur. Hatta en yüksek seviyedeki politikacılar bile ümitlerini kaybetmişlerdir. Çünkü, bugün iktidarda olurlar, yarın ise hapise atılabilirler veya asılabilirler.
Paraları ve işleri de onları kurtaramaz. Onlara verilen hiç bir imkan da onları kurtaramaz. Artık ızdırap her yanı kaplamıştır. Kendi hayatlarından mutlu olan insanlar Cenab-ı Hakk'a hamd eden insanlardır. "Allah'a şükür ki biz üzerimizde çok büyük bir yük taşımıyoruz, yüksek bir mesuliyetimiz de yok. Biraz ekmek bulabiliyorsak elhamdülillah." Binlerce insan bu durumda yaşamaktadırlar. Bir küçük ekmek parçası bulamıyor ki yesin, su bulamıyor ki içsin. Bu insanlar en kötü şartlarda yaşamaktalar. Şimdi ise idare seviyesindeki insanlar idaresi altındaki insanları yok etmek istiyorlar. Bu kadar insana dünyada ihtiyaç yoktur, bir kısmı ölmesi lazımdır diye düşünüyorlar. Yanlış yoldadır insanlar. Şeytan insanları bu yola gelin diye kendi yoluna çekmeye çalışır. Doğru yol diye insanları yanlış yola çekiyorlar. Şeytan diyor ki beni takip ederseniz mutlu olursunuz. Ben bazen havaalanına gidiyorum. Orada bazı araçların üzerinde "beni takip edin" yazıyor. Niçin takip edeceğiz.?
Çünkü insan havaalanına gidince ne tarafa gideceğini bilemez. Bu araç o insanı uçağa kadar götürür. Şeytan her yerdedir ve insanlara aynı şeyi söylüyor. Şeytan, maneviyatla ve kutsal kitaplarla ilişkini kes diyor. İlaçlarını bırak, atalarının yaptıklarını da bırak beni takip et diyor. Peki ne yapacağız; Eğer ben imkan bulursam mezarlıkları ziyaret ediyorum. Bu mezarlıkların içinde benim tanıdığım bir sürü insan vardır. Ve onlar milyonlarca dolar biriktirmişlerdi. Özellikle Suudi Arabistan'da. Üstelik orada insanı gömünce üzerine adını bile yazmıyorlar. Ne isimleri kalıyor ne de biriktirdikleri. Bütün hayatları boyunca biriktirdiler, mezara girdikleri zaman isimlerini bile yazamıyorlar. Allah için biriktirmediler, kendi nefsani arzuları için biriktirdiler paraları ve bu arzularını da hiç bir zaman tatmin edemedikleri gibi, kazandıkları parayı da kullanamadılar. Bin biriktirdilerse belki bir tanesini kullanabildiler ve toprağa gömülüp gittiler, paraları da arkalarında kaldı. İnsanlar akıllarını kullanmıyor, bunlardan ders almıyor. En sonunda gidecekleri yer neresidir bunu hiç düşünmüyorlar.
Televizyonlardan her türlü kötülüğü alıyorlar. CD lerden her şeyi öğreniyorlar. Kendi hayatlarını harcıyorlar. Allah'ı razı etmek için hiç bir şey yapmıyorlar. Sizin yapmanız gereken, Allahı'ın rızasını kazanmaktır. Bizim hayatımızın gerçek hedefi budur. Cenab-ı Allah'ı kendinden razı edemezsen hayatın boşa gitmiştir. O bize bir imkan verdi, bir şans verdi ki biz O'nu razı edelim. Ama biz hiç bir şey yapmıyoruz. Tam tersine, 24 saat çalışmamız şeytanı memnun ve razı etmek için. Peygamberler ve evliyalar şeytanın düşmanıdırlar. Şeytan diyor ki ben sizin en iyi arkadaşınızım. Onlara, kimdir sizin en iyi arkadaşınız derseniz, derler ki, bizim en iyi arkadaşımız şeytandır çünkü biz istediğimiz her şeyi yapabiliriz. Bundan ötürü bütün dünya korkunç hale gelmiştir. Şeytanın arkasından gidenlerin hepsi onun karanlık dünyasına düşeceklerdir.
Ey insanlar aklınızı kullanın. Aklınız en iyisini yapmanızı emreder. Aklınız size neyi söylüyor ona bakın. Problemli biri mi olun yoksa her şeyin en iyisini yapmaya çalışarak Allah'ı razı eden biri mi olun. Bugün hiç birimiz Allah'ı razı ettiği bir amelini söyleyememektedir. Cenab-ı Allah'ı razı etmek farzdır. Bu hedefi kaybederseniz siz de kaybolursunuz." Her gelenle görüştü. İlk gelişimde kalabalıktan ötürü görüşme imkanı bulamamıştım. Bu ikinci gelişimde beni en sona bekletti ve evinin avlusundaki çiçek bahçesinde bana ikramlarda bulunarak uzun uzun görüşme imkanı verdi. Bugün bütün dünyanın tanıdığı bu gönül sultanı ile yaptığım röportajdan bazı bölümleri; "Şeyh Nazım Kıbrısi İle AB, Kıbrıs ve Müslümanların Geleceği Üzerine... isimli makalemizden okuyabilirsiniz....