Nakıs Mürşidler

20. asrın sonlarına geldiğimiz şu yıllarda, dünya her boyutta dayanılmaz bir biçimde adileşti, çirkefleşti... Etraf vıcık vıcık... Kokuşmuşluk, adilik, ahlaksızlık, zulüm, cehalet ve her türlü basitlik inanılmaz boyutlarda iğrenç ve bir o kadar da tiksindirici... Şöyle bir etrafına bakan her ferasetli mü'min, bunun kesinlikle böyle olduğunu yakinen görür ve bilir. Çünkü artık ahir zamandır...

Allah Resulü'nün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olacak diye haber verdiği alametlerin çoğunun olup bittiği ve artık büyük alametlerin beklenir olduğu çetin ve zor bir zaman... Böyle olunca da, ehli küfrün akla gelebilecek her türlü utanmaz ve usanmaz usullerle, bıkmadan ve bir an dahi durmadan, şamar oğlanı gibi gördükleri müslümanlann üzerlerine acımasızca gelmeleri de elbette doğal ve normal...

Veya, İslami kesimde cereyan eden binbir fitne fucur ve müslümanlar arası diyalog kopukluğu, İslam'ın yüzkarası sahte şeyhler, istismarcı alimler, boş beyinli dervişler, hatta peygamberliğini veya mehdiliğini ilan eden ve bu doğrultuda da gece gündüz cihad adına çalışan tımarhanelik zavallıların olması da yine doğal ve normal...

Ne var ki, aslında bunlar kesinlikle bilinen şeyler olmasına rağmen her tarikat şeyhi, her cemaat lideri, her alim, her avam mü'min de bu durumun insanımıza verdiği sancılann farkındadır, bilincindedir...

O halde tüm bu olan bitenin farkında ve bilincinde olmak müslümanlan şamar oğlanı olmaktan kurtaramıyor. Ve ehli küfrün ve münafığın her türlü saldırısı, fitneyi ve fücuru, pısırıklık ve acizliği daha da arttırıyorsa eziklik ve cüceliğimizi bilmek neye yarar ve bize ne kazandırır?.. Ve binbir çile ve bunalım altında inim inim inleyen zavallı müslümanlara ne tür bir faydası dokunur... Yani sözün özü biz diyoruz ki, bu zaman zor zamandır. Ve Gavs-ı Azam Seyyid Abdülhakim Hz. gibi, Bediüzzaman Said Nursi Hz. gibi söylüyor "Bu zaman iman kurtarma zamanıdır" diyoruz. Peki bu ne demektir? Gayet açık; yukarıda anlatmaya çalıştığımız sebepler ve ona bağlı sayısız nedenlerden dolayı tüm Ümmet-i Muhammed'in kafası karmakarışık, imanı bulanık, yaşamları da tabi ona göre yamuk yumuk ve her boyutta permeperişan demektir...

Öyle ise "Zaman iman kurtarma zamanıdır" edebiyatı yapmak Ümmet-i Muhammed'in imanını kurtarma yönünde aktif mücadele verilmezse boş laftır... Lakırdıdır. Ya da kendince doğru ama baştan aşağı yetersiz taktik ve usullerle yapılan tebliğ faaliyetleri de bir o kadar lüzumsuz hatta bir o kadar da zararlıdır. Ve yine hakkıyla şefkatli, merhametli ve güzel ahlaklı olmayan, ayrıca zamanın tüm müsbet bilimlerine de alabildiğine vakıf olmayan ve yine küfrün en azından fikri boyutta saldırılarını bertaraf edecek boyutta ilim sahibi olmayan, münafığı susturup pusturamayan, kendini ilim ehli sanan zevatların kürsülerdeki lakırdıları da ne cihaddır ne de tebliğ...

Veya etrafında milyona varan kalabalık müridleriyle irşad eden ya da ettiğini sanan nakıs mürşidlerin, Ümmet-i Muhammed'e hakkıyla acıması ve onların aklıyla, kalbiyle ve her türlü soru ve sorunlarıyla uğraşması ve ilgilenmesi dört dörtlük değilse, o mürşidin veya alimin, bu zamanın müslümanıyla yetersiz olduğu halde haşır neşir olması, ne mürşidliktir ne tebliğdir ne de irşad... Sadece oyalamacadır, sadece avutmak...

Dedik ya illa ilim, illa merhamet, illa şefkat...

Evet madem zaman iman kurtarma zamanıdır ve madem müslümanların kalbi bulanık, kafaları karmakarışıktır, o halde ne acemi tamirciler gibi yalnız kafa tamir eden alimlerin tebliği yeterli, ne de eksik ve nakıs mürşidlerin 16. asır mantığıyla irşadları ve tasarruf etmeleri yeterlidir... Yani bu zamanın mürşidi yine bu zamanın müslümanının dertlerine deva olamayacaksa bu tür mürşid ve alimler gerçekte bu zamanda yaşayan ama bu zamanın adamı olamayacak kadar ilkel ve cahil müslümanların mürşidi ve imamı olabilirler...

Evet, ancak bu tür cılız ve aciz boyutlarda hizmet edebilen alim ve mürşidler kesinlikle her boyutta yaralı ve her açıdan yardıma muhtaç olan bu asrın ezik müslümanlarına "Gel, ne olursan ol gel" diyebilme cesaretini, kesinlikle gösteremezler, göstermemeliler de...

Neden mi? Gayet açık anlatayım: Bir kısım temiz niyetli ilim sahibi zatların, tekdüze ve klasik ilimlerinin verdiği coşkunun itmesiyle, medrese ismini verdikleri yetersiz okullar da, sadece arapça, fıkıh, kelam gibi ilimleri, tamamen eski usulde ve ilkel yöntemlerle, öğrencilerine öğretmelerinin yeterli olduğuna inanmaları, sizce normal mi? Ayrıca, bu ve buna bağlı bir çok arapça, fıkıh, kelam, nahv, vesaire ilimlerine alabildiğine vakıf, ama yirminci asırda yaşadığının bile farkında olamayacak kadar, duyarsız ve dış dünyadan uzak kişiler, sizce hakkıyla alim ve bu zamanın kurtarıcı mürşidi olabilir mi?..

O halde, bu zamanın psikoloji, sosyoloji, pedagoji, veya biyoloji, astronomi, kozmoloji, fizik ve bunun gibi bilimlerden zerre kadar haberi olmayan olsa bile kısmi bilgi kırıntısı sahibi olabilen üstelik de kabalığı, doğallık ve nezaketi ve inceliği riya sanacak kadar dengesiz alim ve mürşidlere biz nasıl güvenelim ve onlardan ne bekliyelim...

Aslında mümkün olsa da, bu adamları 16. asra gönderebilsek!.. İnanın işte o zaman, ne bu adamlar gittikleri onaltıncı asrı yadırgarlardı ne de o asrın adamları bu nakıs şeyh ve kaba alim bozuntularını, hor ve hakir görürlerdi... Kardeş kardeş geçinir giderlerdi... Her neyse, ama İslam'ın değişemez ve değişmez tüm değerlerinin her asırda geçerli ve uyulması gereken hakiki ölçüleri olduğunu nazarı dikkate aldığımızda bu adamlara bir bakıma şanslı ve kurtulmuş kişiler de diyebiliriz. Gerçi bu biraz zor ama öyle farzetsek bile kesinlikle ama kesinlikle bu adamlara ne mücahit, ne ehli tebliğ ne de bu asra göre yeterli mürşidler diyemeyiz...Kaldı ki, Ümmet-i Muhammed'in dertleri dağları aşmış sıkıntı ve bunalımları ise; had safhada dayanılmaz ve maksimum makamdadır.

Ayrıca gençlik ise; envai çeşit cinsel sorunları ve diğer olabilecek tüm psikolojik sorunları, ekonomik problemler, iman bunalımları ve daha ne dertler, ne çilelerle boğuşmak zorunda kalmışlardır. Ve yine insanımız bir yığın televizyon kanalından ve diğer vıcık vıcık boyalı basından beynine aktarılan küfür, nifak ve ahlaksızlık telkinleri, yukarıda da anlatmaya çalıştığımız gibi zaten komalık hasta müslümanlar! daha da fazla klinik vakalaştırması tabiidir... Doğaldır....

Memleketin dört bir yanında vehhabilik, bahailik, tarikat münkirliği, hristiyanlık hatta budizmin aptal öğretileri yayılmaya çalışılıp, insanımız mütemadiyen ve ağır ağır zehirlenmektedir... Artık entel meclislerde yahudi mistisizmi, veya yahudinin kaos dolu kabbalası veya Transantal-Meditasyon ve Reenkarnasyon soytarılığı, deli ekolü ufoculuk, inatçı ve kafasız tiplerin savunduğu evrimcilik ve daha ne manyamışlıklar, ne saçmalıklar konuşulur savunulur olmuştur...

Ve inanın okumuş aydın kesim diye nitelendirilen, müslümanların büyük çoğunluğunun kafaları ve kalpleri maalesef yukarıdaki saydığımız adi telkinlerin çok fazla tesirlerinde ve etkisindedir. Dolayısıyla da aydın kesim iç dünyasında fikri çatışma ve bunalım içindedir.

O halde, dünya müslümanlannın bizce yüzde doksanını oluşturan bu fikri bulanıklık ve arayış içindeki müslümanlara, kim yardım elini uzatacak ve zamanın bilinmesi zaruri ilimlerinden ve sıkıntılarından zerre kadar haberi olmayan, hatta neredeyse yirminci asırda yaşadığının bile farkında olmayan, alim ve mürşid geçinenler, müslüman kesimin büyük çoğunluğunu teşkil eden bu insanlara nasıl yardım edecek, hakkıyla İslami liderliği bu anlamda nasıl başaracaklar?.. Siz takdir edin ve karar verin...

Evet, sanıyorum gayet açık anlattık. Allah'tan korkan her insan için sözlerimiz net... Ve kesinlikle gerçek mürşid ve alimlere de saygımız ve sevgimiz çok büyük... Ve yine biz Allah için o mübareklerin tellalı ve en gür sesli münadisi olduğumuzu da çok iyi biliyoruz...

Ayrıca biz, ne orijinallik manyağı çatlak radikaller gibi düşünüyoruz, ne de yirminci asırda yaşadığının bile hakkıyla farkında olamayan aklı dun kişiler gibi..

Elhamdülillah, doğru düşünüyor, doğru yaşıyor, doğru yazıyoruz...

Yani, düşüncelerimiz ve mantığımız, ifrad ve tefrid girdabından beri, misyonumuz ve gayretimiz ise çoğu kişiden ve gayretinden ileridir...

Çünkü, Allah Dostu tasarrufundayız ve bizim eğitmenimiz de, himmetçimiz de Allah'ın izniyle velilerdir, mürşidlerdir... Biz inanıyoruz ki, onlar her zaman bizimle ve her zaman yardımcımız, her zaman destekçimizdirler. Tabi Allah'ın müsaade ettiği ölçüde ve bağlılığımız böyle sürdüğü müddetçe...

Ve yine biz, İslam'ın tüm emirlerine yenilik ve bid'at katmadan sadık kalmak kaydıyla, tabiri caizse tam bir gelenekçi müslüman olduğumuz gibi, bu zamanın tüm küfür ve nifak kaynağı düşüncelerinin de, alabildiğine farkındayız... Çünkü biz, Elhamdülillah Gönüller Sultanının eserleriyiz ve ona bağlı bir şerefle de şerefliyiz. Ve kendimize güveniyoruz...

Yani, sözün özü biz; tek kişilik ordu gibi yetiştirilmiş velilerin ve mürşidlerin izindeyiz. Bu bağlamda da, hakkıyla ve cesurca, "Gelin ne olursanız olun yine gelin" Bizim yolumuzda şifa var, bizim yolumuzda ilim var, deva var diyoruz... Korkmadan inanarak...

Allah'a emanet olun.