Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Eğer siz bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun." (Nahl;43)
Bazı insanlar, bir müridin mürşidine bazı meselelerini, kalbi hastalıklarını, hata ve günahlarını aktararak, bunların çareleri hakkında, ondan tavsiye almalarını, hıristiyanların papazlarına giderek "günah çıkarma"larına benzeterek, büyük bir cehalet ve dalâlet ile tasavvuf ehline itiraz etmekte ve saldırmaktadırlar.
Bu ayet-i kerimenin ışığında, bu iki konunun birbirinden ne kadar farklı olduğunu açıklamaya çalışacağız. Hıristiyanların kendi din adamları olan papazların yanına, hata ve günahlarının papaz tarafından affedilmesi niyeti ile gitmeleri ve günahlarını papaza anlattıkları zaman, papazın da "ben seni affettim" demesi düpedüz küfürdür. Günahları Allah-u Zülcelal'den başka kim affedebilir ki?
Oysa bir müridin, mürşidinin yanına gelip, manevi hastalıklarını, hata ve günahlarını aktardığı zaman, mürşidi ona bu hata ve günahlarından kurtulmanın çarelerini anlatıp tavsiyelerde bulunmaktadır.
Tasavvuf ehlinin bu yapmış olduğuyla, hıristiyanların yapmış oldukları fiil arasında büyük bir fark vardır. Hıristiyanların yapmış olduğu bu işi, tasavvuf ehline denk tutmak, cehalet ve dalalettir, sapıklıktır.
Cahil olan bir kimsenin, kendini manevi hastalıklardan, hata ve günahlardan nasıl izale edeceğini tasavvuf büyüklerinden, zikir ehlinden sorup öğrenmesinin, nasıl bir yanlış tarafı olabilir? Bunda bir hata, bir şüphe aramak çok büyük bir cehaletin eseridir.
Bu cahil kimseler, bir müridin mürşidine bir daha günaha düşmemek, hatalardan kendini muhafaza etmek için vermiş olduğu sözü, neden ashab-ı kiram Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, içki içmemek gibi konularda mutabaat yapmalarına benzetmiyorlar da, hıristiyanlara benzetiyorlar. Açıkça anlaşılacağı üzere, Bunların maksadı tasavvuf ehline dil uzatmaktır. Nasıl bir insan, birisine zehir verdiği zaman onu öldürürse, bunlar da bu fikirleri savunarak, İslam dinine ve mü'minlere zarar vermektedirler.
Tasavvuf ehlinin durumunu, hatalarını mürşidine aktarmasına, sahabe-i kiramın hayatlarından bir örnek vermemiz yerinde olur. Sahabe-i kiramdan Hanzala radıyallahu anh şöyle buyurmuştur: "Bir gün Ebu Bekir radıyallahu anh ile karşılaştım.
Bana: "Nasılsın?" diye sordu. Ben de: "Hanzala münafık oldu." dedim. "Ne diyorsun?" diyerek çok şaşırdı. Dedim ki: "Biz Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında olduğumuz zaman, cenneti ve cehennemi sanki gözlerimizle görüyor gibi oluyoruz. Onun yanından ayrıldıktan sonra, evimiz-le, çocuklarımızla meşgul olduğumuzdan dolayı, o halleri yaşayamıyoruz."
0 zaman Ebu Bekir (R.A);"Ben de öyleyim." dedi. Beraberce Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gittik. Ben dedim ki: "Ya Rasulallah! Hanzala münafık oldu." Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Neden öyle söylüyorsun?" buyurdu.
Ben: "Ya Rasulallah! Yanınızdayken cennet ve cehennemi görüyor gibi oluyoruz. Yanınızdan ayrılınca zevcelerimizle oynaşıyoruz ve işlerimizle uğraşıyoruz, çok unutuyoruz, bu hal bizden gidiyor." dedim. O zaman Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer benim yanımda olduğunuz gibi, evinizde de o şekilde olsanız, melekler sizinle, yollarınızda ve yataklarınızda musafaha ederler. Fakat ya Hanzala! Bir saat öyle, bir saat böyle diye üç defa tekrar etti." (Buhari, İman:36, Müslim,Tevbe:12-13)
Hz. Huzeyfe (R.A) da şöyle rivayet etmiştir: "Ben çocuklarımın arasında, kaba dil kullanan ve sert konuşan bir insan olduğum için Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: "Dilimin beni cehenneme koymasından korkuyorum." dedim. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Hani tevbe ve istiğfarın? Ben günde yüz kere istiğfar ederim." (Müslim, Ebu Davud)
Bu hadis-i şeriflerde de açıkça görülmektedir ki, sahabe-i kiram da Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hata ve günahlarını aktararak, bunlardan kurtulmanın çarelerini sormuşlardır.
Böyle olduğu halde, günümüzde insanların Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, hakiki varisleri olan mürşid-i kâmillere gelerek manevi hastalıklarının tedavisini öğrenmeleri, hata ve günahlarından kurtulmak için çare aramaları nasıl yanlış olabilir? Yanlışlıktan da öte, küfür ehlinin yaptıklarıyla nasıl denk tutulabilir?
Bunu dağda yaşayan cahil insanlar dahi söyleyemezken, siz nasıl böyle bir sapık düşüncenin içerisinde bulunabilir, imanınızı tehlikeye attığınız halde, doğruları savunduğunuzu iddia edebilirsiniz? Yoksa siz, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: "Müslümanı kötülemek ve sövmek fasıklık, savaşmak ise küfürdür." (Buhari, İman:36) emrini inkâr mı ediyorsunuz?
Birtakım insanlar, bir müridin kalbi hastalıklarını, hata ve günahlarını mürşidine aktarmasını, bunların çaresini öğrenmesini; başka bir kişinin hata ve günahlarını arkadaşlarına gülerek, lezzet alarak, hatta istihza (alay) ederek aktarmalarını birbirine eş tutmaktadırlar.
Halbuki müridin bu hallerini mürşidine anlatması ve bunları izale etmenin çarelerini araması, yapmış olduğu hata ve günahlardan pişmanlık duymasındandır. Yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şeriflerdeki sahabe-i kiramın yaptıklarından farklı bir şey değildir.
Oysa bir kişinin arkadaşlarına kumar oynadığını, içki içtiğini, zina yaptığını aşikar olarak anlatması ve bundan bir lezzet duyması ve pişman olacağı yerde, hiçbir şey yapmamış gibi bu hata ve günahlarını alay ederek anlatmasının, tasavvuf ehlinin fiili ile hiçbir şekilde bağlantısı yoktur.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "...Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl." (Taha:14)
Allah-u Zulcelal'in: "Beni anmak için namaz kıl." buyurmasının hikmeti, namazı huzurlu olarak kılmaktır. Namaz için abdest almak, tekbir almak, fatiha okumak, rüku ve secde yapmak, namazın gözle görünen kısımlarıdır.
Yani, şeriattır. İnsanın vücudu gibidir. Ancak, bu vücudu ayakta tutan bir de ruh vardır. Ruh olmadığı zaman sanki vücud da yok gibidir.
İşte, namaz esnasında kalbin huzurlu olması da namazın ruhudur. Bu kalp huzuru olmadığı zaman, namaz da sanki hiç kılınmamış gibi olur. Bu da hakikattir. Şeriat ve hakikat aynı beden ve ruh gibi birbirinden ayrılmaz bütündür. Hatta bunların farklı şeyler olduğunu söylemek, ayrı tutmak zındıklıktır.