Bilmiyorum, Seyda Hz.' leri hakkında neler yazabilir neler anlatabilirim... Meşrep meselesi ya bu, kiminin bu durumlarda dili tutulur konuşamaz, kiminin dili açılır coşar. .
Galiba ben süslü kelimelerle coşanlardan olamayacağım. Ama, kalemim de tutulmayacak... Yalnız ne varki, kesinlikle Seyda Hazretlerinden, hakkıyla bahsedemeyeceğimden de eminim... Hatta değil ben, hiç kimse Seyda Hazretlerinin zahiri ve manevi güzelliklerini hakkıyla idrak etmemiştir, edemez de...
Çünkü, Seydamızın cüce akılları aşan manevi gücünün itmesiyle meydana gelen öyle şirin, öyle güzel, ahlak ve davranışları vardı ki, bunları hakkıyla ne ben, ne de onun makamında olmayan hiç kimse kesinlikle anlayamaz, anlayamamıştır da...
Çünkü, Seyda Hz.leri gerçek bir Allah Dostuydu. Allah-u Teala'nın yirminci asır insanına Seyyid Muhammed Raşid olarak merhametinin, affının ve onları ebedi saadete kavuşturma iştiyakının kul boyutunda yansımasıydı. O, Allah Resulunun ahlakıyla ahlaklanmış, merhamet, şefkat, şecaat, tevazu, vakar dolu bir deryaydı, okyanustu...
O, alemlerin sultanı Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin, zahiri ve batıni gerçek varisi ve en güzel ve en kendine benzeyen kanı, canı ve torunuydu...
Seydamızın irşadını ve manevi tasarruf gücünü, anlatmaya gerek bile görmüyoıum. Çünkü şanlı hizmetleri o kadar net, o kadar açık ve ihtişamlıydı ki, kesinlikle tarihte bir eşi dahi görülmemişti.. Öyle ki, Güneydoğunun kuş uçmaz, kervan geçmez doğru dürüst yolu bile olmayan ücra ve küçük bir köyüne, dünyanın dört bir yanından akın akın milyonları getirten ve taş kalpli yığınları, iki gözü iki çeşme ağlatıp, bulgur çorbası içirip, sonra da kenarlarda köşelerde uyutup, akabinde de hayatlarının akışını en müsbet bir biçimde değiştirip, pamuk gibi yumuşatarak gönderen, bir manevi güç ve hatır vardı onda...
Vicdanlıca ve sağduyuyla İslam tarihine baktığımızda, biz bu boyutta bir irşadı ve tasarruf gücünü, ne bir evliya ve velide, ne de başka bir alim ve mürşidde görmedik, işitmedik... Ben okudum araştırdım, şu tarihte falanca velide ve alimde, bu ayarda irşadda görülmüştür tebliğde diyen, varsa beri gelsin...
Gönüller Sultanı Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri, işte böyle büyük bir Allah Dostu veli; işte böyle azametli ve ihtişamlı kamili mükemmil bir mürşid idi... Ne mutlu bir defacık olsun elini öpebilene ve müjdeler olsun dergahının cennet kokuları saçan atmosferinde, kuru yerlerde uyuyup bulgur çorbasını içebilene. Ne mutlu... Ama ne varki, ahir zamanda yaşıyoruz....Ve envai çeşit tip tip ve tuhaf müslümanlarla da, devamlı karşılaşıyoruz...Kimi tipler keramete inanmaz, kimi keşfe binbir isim takar... Kimi evliyayı bile yok sayıp, manevi güç veya ilmi ledün bahsine sadece sırıtır...
Hatta kimi insan, yüce Allah'ı cüce aklına ve kafasına sığdıramadığı için yok sayıp inkar eder... Kimi de kafasına ve cılız aklına sığdırdığı tanrısını haşa Allah sanır da şirke düşer kafir olur... İşte böylesine pis bir zamanda, Seyda Hz.'lerini ve O'nun anlı şanlı irşadı ve güzel ahlakını, elbette çeşitli adi yorumlarla küçültmeye ve yok saymaya çalışan insanlar yok değildir.
Bunların çoğu Şeyh'i ne yapsın, zaten akılları ve şeytan şeyhleri olmuş... Bir çoğu da şeytandan da beter, sadece aklına sığdırdığını alan, ama aklını aşanı da atan ve bilerek ya da bilmeyerek, kendine de aklına da İslam adına tapanlar olmuş... Evet tüm bu menfi tiplere ve ön yargılı cahil ve inatçı fanatiklere rağmen, Rabbımıza sonsuz şükürler olsun ki, hizmet aynen devam ettiği gibi, Gönüller Sultanı'nın irşadını çok çok aşan bir boyutta coşan kalabalıklar, bu mübarek ve şerefli yolun sadık yolcuları olmaya devam ediyor... Ve Allah'ın izniyle kıyamete kadar da bu böyle hep devam edecek... Hem de İslam her eve, her çadıra ve her gönüle girinceye dek...
Daha nasıl anlatalım bilmiyorum; çünkü mübarek Seydamızı körlerin bile net görebileceği bir biçimde anlattığım açık... Ama benim anlattığım Seyda, ancak bu kadar anlatabildiğim Seydaydı... Yani kelime ve kavramlara dökebildiğim, avamın ve gerçekleri görmek istemeyen bakar körlerin bile görmemeye gücünün yetmeyeceği Seyda...
Yalnız ne var ki, aslında gerçek bir mürşid-i kamil'in bile, diğer bir mürşid-i kamil'in manevi özelliklerini ve tasarruf gücünü sınırlı kelime ve kavramlarla asla ve asla anlatamayacağını kabul etmek, akıl ve mantık gereği mecburidir... Zaruridir...
Kaldı ki, bizim anlattığımız Seyda Hz.'leri asla Gönüller Sultanı Seyyid Muhammed Raşid Hz.'lerinin kendisi değildir... Ancak bizim görebildiğimiz, ‘zahiri ve çok cüz'i algılamalarımızdır, o kadar... Zaten Seyda Hz.'lerini veya bir başka mürşid-i kamili, akla ve algılama gücümüzün sınırları içine alabileceğimizi sanmak, peşin olarak o mürşidi bilerek ya da bilmeyerek inkar etmek olduğu gibi, Allah Dostu mürşidleri ise sadece ve sadece ilmi, irfanı olan bir alim, bir molla, veya sıradan bir hoca durumunda görmek gibi olur ki, bu da katıksız ahmaklıktır... Hatta münafıklıktır. . .
Ve yine bu garip mantık, evliyaya teslimiyetsizliğin manasız mantığı, veya kendi aklını ve ilmini şeyhi ve üstad yapmak saçmalığı ve enaniyeti olur ki, Allah bizi ve hepimizi bundan korusun ve muhafaza etsin.
Çünkü, tasavvuf erbabı olanlar çok iyi bilirler ki, tasavvufta en önemli şartlardan biri, müridin mürşidine ölünün ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi tam teslim olmasıdır. Yani, mürşidinden gelen her emri ve yapılması istenen her şeyi, itiraz ve tereddüt etmeden derhal yapmak ve itaat etmektir. Öyleyse bu şu demektir; kendime mürşid kabul ettiğim kişi, benim asla aklıma sığamayan ve düşünce gücümün ötesinde yani aklımın ve ilmimin sınırlarını aşan, ilim ve kemalat sahibi bir insan olması zaruridir, mecburidir... Yoksa, inkarı küfür olan tasavvuf müessesesinin şayet mürşidlerdeki manevi ilim ve tasarruf gücü nefyedildiğinde, varlığının hiç bir manası ve tutarlı bir mantığı olamayacağı açıktır. Ya da bilinen mürid mürşid ilişkisi, yine çok iyi bilinen hoca talebe ilişkisi gibi kalır ki, bu şekilde icra edilen eğitim biçimine de tasavvuf ve tarikat demekse, sadece akılsızlıktır... Cahilliktir...
Şunu demeden de geçemeyeceğim; gerçek mürid mürşid ilişkisinde, teslimiyetin en üstünü emredilmekle birlikte, şeriat ve sünnete ters olan hiçbir işte ve davranışta teslimiyet ve itaat kesinlikle söz konusu olamayacağı gibi, gerçek tasavvuf ve tarikatta da koskoca islam ve tasavvuf tarihi boyunca, asla böyle bir şey olmamıştır olamaz da... O halde, bir mürşide teslim olurken o zatı aklımızın aldığı ölçüde aklımızı ve ilmimizi kullanacağımız gibi, gerçek bir mürşid-i kamili de aklımızla ve ilmimizle idrak edebileceğimizi sanma mantıksızlığına da, asla düşmeyeceğiz...
O zaman hem gerçek tasavvufa hakkıyla iman etmiş olur, hem de Allah dostu velilere tam teslim olmanın akıl ve mantığın tâm onay verdiği bir şey olduğunu da, yine aklımızla ve ilmimizle idrak eder anlarız.
Çünkü, zaten bizim yukarıda anlatmaya çalıştığımız mürşid-i kamillerin akıllara sığdırılamayacak, ama akla ve ilme kesinlikle uyan üstün manevi özellikleri oldukları için onlar mürşiddirler ve irşad etme yetki ve selahiyetleri vardır. Yoksa sadece hoca, sadece molla durumunda olan ve her boyutta çepeçevre kuşatılabilen kişilerden ne mürşid-i kamil ne de evliya ve veli olur...
Evet Allah dostu veliler alemlerin sultanı Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in gerçek varisleri ve hakiki iman sahibi müslümanlardır. Onlar, "Ömer'in (r.a.) ölümüyle ilmin onda dokuzu gitti" diye nitelendirilen manevi ilim ve yakın sahibidir. Ve en önemlisi de onlar hakikatta Allah'ın habibine bağlı ve ona en sadık mürid ve talebe oldukları için, bu ümmete mürid ve imam olabilmişlerdir...
Sözün özü: Bazı nasipsiz ve maneviyat fukarası, kalbi kara zatların söylediğinin zıttına, onlar asrımızda da hala vardır ve Allah'ın izniylede kıyamete kadar hep var olacaklardır...
Ve yine Allah'ın izniyle, nasibi olan nice Allah yolcularını yüce Nakşibendi yolunda irşad ve ihya edeceklerdir..
Yeterki onları yok saymayalım ve yeterki onları arayalım...
Çünkü onlar hala varlar...
Doğuda, batıda, İstanbul'da, Konya'da, Ağrı ve Van'dalar...
Allah'a emanet olun.