Ehl-i küfrün her kıpırdanışı, oturması, kalkması, düşünmesi ve tüm yaşantısı yani her şeyi, her şeyi habis ruhu ve iğrenç mantığıyla, inandığı ve yaşamak isteği gibidir... Yani o; Allah’ın varlığına, birliğine milyonlarca delil varken ve Kur’ân’ın da, Allah kelâmı olduğu gün gibi açıkken, tüm bu delilleri görmemezlikten geldiği gibi, delilsiz, ama zerre kadar delilsiz inkâr edecek kadar, kalbi ve aklı, inanma engelli gerçek bir manevi sakattır. Daha açığı: O, ne olursa olsun ve ona ne yapılırsa yapılsın veya kim ne anlatırsa anlatsın, nafile, çünkü o perdelidir, kâfirdir ve kesinlikle inatla istediği gibi, adice yaşayacaktır.
Onun küfrü ve inkârı, mümkün değildir ki hobisi ve boş zamanlarını değerlendirdiği tali uğraşısı olamaz. Çünkü o, zerrelerine kadar kâfir ve iblisin koyduğu hükümlere de tavizsiz bağlıdır. Bu da, açıkça şu demektir: Kâfir, küfründe, tabir-i caizse tam mutmainnedir ve zerrelerine kadar kâfir, zerrelerine kadar inat, zerrelerine kadar iğrenç ve bir o kadar da katıdır...
Dünyanın en büyük âlimleriyle de, onları oturtup konuştursanız, şayet Allah hidayet etmezse asla hallerini değiştiremeyeceğiniz gibi; delilsiz ve hüccetsiz fanatikçe, ahmakça, inkârda inadına set çekemezsiniz. Şayet Allah, hidayet ederse ki o başka tabii!..
Yani biz şunu demek istiyoruz: Kâfirin, dinsizlik ve din düşmanlığı hobisi değil kendisidir. Her davranışı, her kıpırdanışı, hobi gibi değil de inandığı ve yapmak istediği fikri ve fiili olunca, tabii ki doğal olarak dinini hobi gibi gören, zerrelerine kadar İslam içine işlenmemiş, naylon Müslümanlara elbette kolaylıkla hükmedecek ve onlara dilediği gibi zulmedecektir. Böyle olunca da, doğal olarak dünya şu anda, her yerde her mekânda gördüğümüz, inim inim inleyen Müslümanların çığrıştığı ve çırpındığı şu anki hal gibi kaçınılmaz olur. Yani bu insanlar; ilimde, fikirde, cahil bir Müslümanla bile asla baş edemeyecek kadar itikadi fikir fakiri oldukları halde, sadece delilsiz de olsa tam inandıkları inkârlarını icrada kusursuzdurlar. Böyle olunca da güçlü fikri, sağlam ilmi de olsa, ilmini, fikrini, dinini hobi gibi gören Müslümanı; siyasi, ekonomik, kültürel vs. her açıdan sömürmesi, kolayca ve zalimce ezmeleri kaçınılmaz olur.
Peki, kâfirin hobisi yok mu derseniz derim ki, esas işi para kazanmak, hedonistçe yaşamak ve din düşmanlığı yapmak olduktan sonra, şüphesiz onların da yan uğraşısı veya hobisi elbette olacaktır.
Ve, vardır da. Yani bunlar, yerler, içerler, işlerine gidip dünyada iğrenç yaşamlarını sürdürmek için çalışırlar ve çalışmaktan çok sıkıldım, kendime bir hobi bulayım dedikleri zaman da, ya pul koleksiyonu yapar ya eski tabloları taa Amerika’dan getirtir veya her kişi kişiliğine ve karakterine göre, onlara benzer hobiler bulurlar. Aslında hobiler, kişinin gerçek uğraşısını, psikolojik olarak, daha güçlü ve daha verimli yapabilmesi için, kısa da olsa, kendiyle olma gayretidir. Kişinin, kendisinin bizzat esas uğraşısı kadar vaktini harcamaya veremediği, tali uğraşlardır. Ama, hiç şüphesiz ki, sadece kâfirin hobisi vardır, diye bir şey de yoktur. Müslümanın da hobileri vardır. Belki de her insanın da hobisi olmalıdır ama Müslümanın hobisi, belki pul biriktirmek, eski para toplamak olabilse de, asla ve asla, bir mü’minin hobisi İslam olmamalıdır. Basireti körleşmemiş, iç gözüyle gören insanlar açık ve net bir şekilde, göreceklerdir ki: Çok azı hariç tüm Müslümanlar, avamından tutun, aydınından âlimine kadar hepsi; İslam’ı hobi gibi gören insanlardır. Dolayısıyla kâfirin her hareketi, tüm kıpırdanışı kâfirce; Müslümanın cihadından tutun da tüm ibadetlerine varana kadar hepsi de hobice...
Eee, elbette manzara bu merhaledeyken, durumun şu anda dünyadaki gibi olması kaçınılmaz olur. Bunun zıttını düşünmekse ki bu, hem hayal hem de katıksız saflıktır... Şu da bir gerçek ki, ne yazık anlamadan hem de hiç anlamadan bu sözlerimize hiç şüphesiz bir yığın insan itiraz edecek ve şöyle diyecek: “Hadi canım sen de, din, benim hobim değil.” Veya dininin, hobisi olduğunu anlayıp “Estağfirullah, haşa, nasıl olur böyle bir şey?..” diyecek ve kendine kızgınlığını bize yadsıyacak. Ve listeler halinde eleştiriler dizecek. Ve biz, onlara şimdiden açıkça soruyoruz: “Sizin her kıpırdanışınız, oturmanız, kalkmanız, her şeyiniz İslam’ca mı, değil mi?” Oysa siz pekâlâ biliyorsunuz ki, fiili yalancılıkta, yani kendinizin zıttı görünmekte gerçek uzmansınız. Yok, şayet “Her kıpırdanışımız İslamcadır.” diyebiliyorsanız, o zaman size şöyle bir soru daha sormak istiyoruz: “Âlemlerin Rabbı olan Allah, sizden razı mı, değil mi?” diye. Atın (!) elinizden kitabı elinizi şakağınıza koyun, şöyle bir düşünün: “Allah var mı? Var. Şu anda beni görüyor mu? Görüyor. Geçmişteki tüm günahlarımı da gördü mü? Gördü.” Öyle ya, Allah sizden ya razıdır ya da değildir. Böyle düşünüp düşünüp Allah’ın sizden razı olmadığını anladığınız an, ki bu sizin için hiç de güç değil. Siz bile kendinizden razı değilsiniz. Bunu da yine en iyi siz biliyorsunuz. Eee, ne yapacaksınız şimdi? Aslında biliyoruz bize kızacak, öfkenizden ateş püsküreceksiniz. Ve biz diyoruz ki, yukarıdaki sözlerimize kızacağınıza, yalan mı söylüyoruz doğru mu söylüyoruz ona bakın. Ve, arşın kürsün sahibi Allah’ın sizden razı olmadığı ve bu kafayı değiştirmezseniz asla razı olmayacağı size kızın. Yani kendinize...
Elhamdülillah, hiç şüpheniz olmasın, biz hep kendimize bu soruyu soruyor ve kendimizi seviyoruz. Neden mi seviyoruz? Dini, hiçbir nefsi arzumuzun -haşa- aracı gibi görmediğimiz gibi, ayrıca yüce dinimizi hobi gibi de görmüyoruz da ondan. Bizim yüce dinimiz, her kıpırdanışımıza kesinkes hükmederken biz, hiç şüphesiz, o yüce hükümlerle yaşamaya çalışıyoruz. Allah’a şükürler olsun, işimiz gücümüz din, iman, cihad veya en azından öyle olmaya çalışıyoruz. Ve riyayı, bu yazılarımızı okurken içinden bize riyakâr diyenlerden de iyi biliyoruz. Allah’ın düşmanı iblis; lain askerleri olan ehl-i küfre yemek yemekten, tuvalete gitmekten, göz kırpmalarına kadar her şeyi ile hükmederken, kâfir bu hükümleri hobi gibi görmeyip kişiliği ve gerçek uğraşısı yaparken, biz daha kendimizi tanımıyor, “Yüce Allah bizden razı mı, değil mi?” merak bile etmiyoruz...
Hani diyoruz ya sık sık bu ümmetin ölçüleri bozuk, fikri dağınık, kendi kendinin cahili, hiçbir meselede şu doğrudur, şu eğridir diye, karar vermeye hakkı olmayacak kadar düşünme cahili ve yine sık sık diyoruz ya, bu ümmet sevmesi gerektiğine buğz, nefret etmesi gerekene âşık olur. Evet, diyoruz demesine ama bu dediklerimizin bir iddia değil de, gerçeğin ta kendisi olduğunu da demeden geçemeyeceğiz. Delilimiz mi ne? İnanın istediğiniz kadar çok rahat bir şekilde ciltler dolusu, kimsenin çürütemeyeceği deliller getirebiliriz. Bu bize göre hiç de zor değil, ama akl-ı selim mümine, yukarıda anlatmaya çalıştığımız Müslümanların güzelim dinimizi hobi gibi gördükleri, bizce, delil olarak yeter de artar bile. Şu anki Müslümanların, dini hobi gibi gördüğüne delil isteyenlerle de biz muhatap olmuyoruz. Onların çok acil bize değil, kuvvetli bir psikoloğa ihtiyacı var.
Ama biz yine de, küçük de olsa bir delil gösterelim diyoruz: Hani televizyonlarda yarışma programı olur; spiker veya sunucu, yarışmacıya “Bize kendinizi tanıtır mısınız?” diye sorar ya, yarışmacı da çok klasik bir şekilde, -klasik diyoruz çünkü kurulmuş saat gibi genellikle herkes aynı şeyi söyler- mesela “Nasılsın, iyi misin? İyiyim, siz nasılsınız?” soru-cevabı gibi alışılmış şeyler işte. Aynı onun gibi, o yarışmacı da kendini tanıtma faslında “Efendim, ben bir kamu sektöründe çalışıyorum; evliyim, şu kadar çocuğum var ve işimi çok seviyorum.” der. Spiker tekrar sorar: “Efendim, hobileriniz nelerdir?” O da hafif bir gülücükten sonra: “Boş zamanlarımda kitap okurum, pul biriktiririm, arada bir sinemaya giderim.” gibi, hobilerini sıralar. Eminim bu manzarayla sık sık karşılaşmışızdır. Her neyse, o yarışmacı, hobilerini sıralamıştır. Yani saydığı o hobiler, kişinin karakterine ve kişiliğine göre, onun boş zamanlarını değerlendirdiği şeylerdir.
Şimdi, “Dinim hobi değil.” diyen Müslümanlara soruyoruz: Yüzlerce fakir ekmek bulamazken, siz oturduğunuz yerde sırf tatmin olmak için, “İmam-ı Gazalî neden şunu dedi, şöyle dese daha iyi olmaz mıydı?..”, “Falanca âlim de amma da saçmalamış ha! Böyle de olmaz ki…” ya da “İmam-ı Rabbani iyiymiş hasmış da şu meselede biraz ifrata kaçmış canım…” gibi sözlerle, ukala bir bilgiçlikle bu büyük zatların gıybetini yapma yemekli toplantılarına nasıl gidebiliyorsunuz?!. Üstelik de, bu toplantınıza, manevi sohbet ismi vererek veya memlekette her türlü sapıklık ve iğrençlik at oynatırken, nasıl farz-ı ayn olan ilimleri bile merak etmeden, mübarek Gazalî’yi eleştirerek yaşıyor, üstelik de hâlâ “Benim için din, hobi değil.” diyebiliyorsunuz?!.. Mesela farz edelim ki, bir yalan makinesi olsa, o makine size sorular sorsa, ama o makineye asla yalan söylemek mümkün olmasa ve dese ki o makine size, “Ne iş yapıyorsunuz?” “Doktorum, tüccarım, bakkalım, mühendisim…” “Evli misiniz?” Evet ya da hayır… Ama size şöyle sorsa: “Boş zamanlarınızı ne ile değerlendirirsiniz?” Ee, yalan yok ya bu işte. Mecburen doğru söylenecek. O zaman eminim şöyle cevap vereceksiniz: “Boş zamanlarımda sübhanallahi ve bihamdihi derim. Şey!.. İşte Allah derim, fazla kiloları atmak için üç ayları tutarım, namaz kılar, vird çeker, hatme yaparım. Ama bir de boş zamanlarımı en iyi değerlendirdiğim cihad hobim var ki, en çok sevdiğim de yine odur. Allah için sevin emrini kıyıya kor, Allah için buğz edin emrini dilime silah edip, önüme gelene haram yaftacılığı yapıp, nefsimin istediği gibi fikri ve fiili savaş açar, üstelik de hızlı mücahit olur çıkarım.”
İşte! Ümmet-i Muhammed’in yürekler acısı, çok acıklı durumu. İyi ki de böyle bir yalan makinesi yok, değil mi? Siz öyle zannedin; vaar... var. Hem de çok modern manevi cihazatlarla donatılmış, Allah dostu veliler var. Ve onların yanında yalan makineleri ne ki, onlar çocuk oyuncağı. Âlimlerden ise, kıl payı yalan ve sahtekârlık kaçmaz... Öyleyse sadede gelelim! Biz diyoruz ki, her yazımızda anlattığımız gibi, bu yazımızda da aynı şeyi söyleyeceğiz: Gidin de bu keşif ve firaset sahibi âlimlere, “Biz dinimizi hobi gibi görmüyoruz, zerrelerine kadar kâfir olan ehl-i küfre ve münafığa karşı zerrelerimize kadar imanımız, İslamca yaşantımız ve cihadımız var.” deyin!.. Tabii diliniz döner, aklınız yeterse...
Her neyse, şunu demeden de sözü bağlamayacağım ki, bağlarsam yanlış olur, hata olur. Ve yemin ederim ki, bu ümmet ahir zaman ümmetidir! Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından müjdelenmiş hatta sahih hadislerle ashabla kıyaslanmış, asil ve şerefli bir ümmettir; hem de bu zamanın, bu asrın ümmeti! O yüzdendir ki ümit ediyoruz, bu yazımızı okuyanlar için, en azından, az da olsa bir kısmı için inşaAllah İslam tali değil de, ana uğraşı olacak. Allah dostu âlimler bize önder, kendimizi görmemize ve başımıza taç, kalp marazımıza ilaç olacak! Evet, biz böyle inanıyoruz, böyle biliyoruz. Şayet, böyle inanmasak ne elimize kalem alır ne de anlamayacaklara lüzumsuzca anlatırdık.
Allah hepimizin yâri ve yardımcısı olsun.