Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle der: “İyi amel yüze parlaklık, kalbe nur, rızka bolluk/bereket, bedene güç, insanların kalbine muhabbet verir. Günah ise yüzde siyahlık, kalpte karanlık, bedende zayıflık, rızıkta kıtlık ve insanların kalbinde nefret yapar.”
Günlük yaşantımızda bu hikmetli sözleri adeta kanıtlayan, nuru ile dikkat çekici simalara çok şahit olmuşuzdur: Nur yüzlü bir nine, nurlu yüzlü bir dede veya nur yüzlü bir genç gibi... Öyle ki “kalbinin güzelliği yüzüne aksetmiş” deriz ve o çehrelere bakmaktan büyük bir mutluluk, büyük bir huzur duyarız.
Bunun aksi de mümkündür, karanlık yüzlü kişiler ki, bu tür insanların yanında bulunmak ise bizi daraltır, bunaltır ve çoğu zaman böyle kişilerle uzun süre baş başa kalsak, iç daralması veya büyük bir baş ağrısıyla oradan ayrılırız.
Sıklıkla şahit olduğumuz bu olaylar aslında bize bir şeylerden haber vermektedir… İnsan denen canlının metafizik yapısından, zira bu yaşadıklarımızın fiziksel olarak asla bir açıklaması yoktur. Bedensel temas olmadan algıladığımız huzur veya huzursuzluklar, metafizik varlığımız olan ruhların birbiriyle temasının bir neticesidir.
Bu nedenledir ki hiçbir fiziki temas olmasa bile maneviyatla beslenmiş, günahlardan arınmış ruhlar, etraflarına içlerindeki huzuru yansıtırlarken, günahla kararmış ruhlar da içlerindeki karanlığı yansıtmaktadırlar ve onların ruh halleri bizleri ciddi oranda etkilemektedir. Nitekim bu mesele Kur’an ve hadislerde de ifade bulmaktadır. Bir yönüyle de bu yaşananlar, İslam’ın hak oluşunun sayısız delillerinden birini gözler önüne sermektedir.
Bu meseleden anlaşılması gereken önemli bir husus, metafizik yapımızın pozitif veya negatif pozisyonları, fiziki bünyemizi de etkilemekte ve azalarımızda bu durum bir şekilde hastalık veya sıhhat alameti olarak kendini göstermektedir.
Şimdi bu meselenin bir adım ötesine geçerek diyebiliriz ki metafizik boyut, sadece insan denen canlılarla mı sınırlıdır? Elbette ki hayır, zira hayvanlar âlemi, bitkiler âlemi de buna dahildir. Mesela, insanlarla hayvanlar arasında yaşanan duygusal yakınlığın, sonuçta vahşi hayvanları evcil bir hayvan haline soktuğu malumdur. Yine bitkilere karşı sevgi sözcükleri söylemenin, müzik dinletmenin bitkilerin gelişimine etkisi de bilinmektedir. Yani insanın metafizik yapısı hem hayvanlarda hem bitkilerde kişinin durumuna göre olumlu veya olumsuz tepkilere sebep olmaktadır.
Peki, cansız dediğimiz, taş, toprak, su, hava gibi maddeler acaba bu gerçeklikten vareste tutulabilirler mi? Su üzerinde yapılan araştırmalar, suların güzel söz ve duygulara müspet tepkiler verdiği, kristal yapısının düzeldiği şeklindedir. Aynı şekilde çirkin sözlerin de suların kristal yapısında bozulmalar meydana getirdiği tespit edilmiştir. Vücudumuzun biyolojik yapısının üçte ikisinin sudan meydana geldiği düşünülürse, işlediğimiz günahların veya bize yapılan hakaretlerin, farkında olmadan fiziksel dünyamızda ne kadar kötü tesirlere yol açabileceği ortadadır.
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şura, 42/30)
Yukarıdaki tespitimizle birlikte bu ayetten şöyle bir yorum çıkarabiliriz: Kul işlediği günahlarla Rabbine değil, kendine zulmeder. Yaptığı yanlışlar hem metafizik dünyasında hem biyolojik yapısında depremlere, sarsılmalara neden olur. Yani Allah kuluna zulmetmez, bilakis kul işlediği hata ve günahlarla kendine zulmeder.
Bu meseleyi biraz daha açacak olursak, işlediğimiz günahlar, söylenen kötü sözler gibi vücudumuzun sudan müteşekkil yapısını bozmaktadır. Bu durum bizim fiziksel bünyemizde çeşitli hastalıklara ve ruhsal sorunlara yol açmaktadır. Dolayısıyla ayetin ifadesi ile işlediğimiz günahların, hataların cezası farkında olmadan hızla bize geri dönmektedir.
Buna rağmen Allah rahmetinden büyük kısmını bağışladığını ifade ediyor ki, adil davranıp birebir ceza verse halimiz ne olurdu, düşünemiyorum…
Dünyanın bugünkü perişan haline de bu bir açıklama değil midir? Yağmurların azalması, yağınca da rahmet yerine sellerle tam bir felakete dönüşmesi, bitkilerin, şifa yerine hastalık yapması, depremlerin, felaketlerin çoğalması, günahlarımıza karşı cansız sandığımız varlıkların tepkisi midir?
Yeryüzünde canlı, cansız her şey Allah’ı tesbih ederken, böyle bir şuurla yaratılmışken, işlenen günahlara seyirci kalmaları düşünülemezdi elbette…
Bir ferdin ya da toplumların işledikleri günahların tabiata ve çevreye farkında olmadan negatif tesirleri marifet ve hikmet sahibi bazı büyüklerin tespitleri şöyledir:
Ebû Hureyre (r.a.): “Zalimin zulmünden toy kuşları bile yuvalarında ölürler.” demiştir.
Mücahid (r.a.): “Kuraklık şiddetlenip yağmur kesildiğinde hayvanlar insanların günahkârlarına lanet eder ve ‘Bu, Ademoğlunun masiyetinin uğursuzluğu sebebiyle.’ derler.”
İkrime (r.a.): “Yeryüzünün hayvanları ve haşereleri, hatta pabuç tartan böcekleri ve akrepler (insana lanet eder) ve ‘İnsanoğlunun günahları nedeniyle yağmurdan mahrum edildik.’ derler.”
Abdullah b. Mübarek (r.a.): “Günahın kalpleri öldürdüğünü gördüm. Onlara devamlı zillet bırakır. Günahların terki kalplerin hayatıdır. Kendin için en hayırlısı günaha âsî olman. Dini, hükümdarlar, kötü âlimler ve kötü ruhbanlardan başka kimler ifsad etti ki?”
Günahlar aklı ifsad ederler. Çünkü aklın bir nuru vardır, masiyet ise bunu kaçınılmaz olarak söndürür. Nuru sönünce de akıl zayıflar, eksilir.
Günah ve masiyetler yeryüzünde, su, hava, tahıl, meyve gibi nimetlerin kirlenmesine neden olur ve tabiatta türlü türlü bozgunculuklar, fesadlar doğurur. Yüce Allah: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm, 30/41) buyurmuştur.
Görüyoruz ki günahlarımız sadece bize değil, yaşadığımız çevredeki canlı cansız her şeye sirayet etmekte ve bütün evren bu halden etkilenip mustarip olmaktadır.
O halde günahlarımız azaldıkça hem fiziksel bedenimiz hem ruhsal dünyamız, hem de yaşadığımız evrendeki her varlık bizi daha mutlu etmek için pozitif bir pozisyon alacaktır.
Bu bilinçle yaşayabilmek dua ve temennisiyle Allah’a emanet olunuz.