1-Üzüntünün ne olduğu düşünülürse, ya bizim ya da başkalarının yaptığı bir şeyden dolayı üzülürüz. Bizden kaynaklanan bir şeyi, bize üzüntü verdiğini bile bile yapıyorsak, yani üzülmeyi istemediğimiz halde yapmayı istemediğimiz bir şeyi yapıyorsak, o halde, istemediğimiz bir şeyi istiyoruz demektir. Bu ise, akıldan yoksun olanların özelliğidir. Üzüntü sebebimiz, başkalarının yaptığı bir şeyden kaynaklanıyor ve bunu önlemek elimizde ise, bunu önleyerek üzüntüden kurtulmalıyız. Şayet bu yolla üzüntü sebebini ortadan kaldırmak mümkün değilse, henüz gerçekleşmediği halde, ilerde üzüleceğimizden kaygılanarak üzülmemeliyiz.
Çünkü belki de bu sebebi gidermek elinde olan bir güç, onun gerçekleşmesini ve bizi üzmesini engelleyebilir ya da bizi üzmekten vazgeçip, korktuğumuz şeyi de yapmayabilirler. Aksi halde belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir üzüntüyle kendimizi huzursuz etmiş oluruz ki, bu da başkası yüzünden değil, yine kendi elimizle kendimize üzüntü çektirmek demek olur. İnsanın kendine üzüntü vermesi, başkasından daha cahil, zalim ve acımasız olduğunu gösterir. Yani sebebin vukuundan önce üzülmekle, bu sebep ortadan kalkmaz. Demekki, her halükarda sebebin gerçekleşmesini önlemek esastır. Dünyadaki her şey geçici olduğuna göre, üzüntü de geçici ve sonludur. Eşyanın tikelleri sonlu olduğuna göre, üzüntünün süresini kısaltmanın yolunu bulmalıyız. Aksi halde belalardan sıyrılmakta kusurlu olmuş oluruz. Yani mutlu olmak elimizde olduğu sürece bedbahtlığa rıza göstermemeliyiz.
2-Üzüntüyü yenmenin başka bir yolu da, kendimizin ve başkalarının uğradığı üzüntüleri yani kurtulduğumuz eski üzüntülerimizi düşünerek bunlarla teselli bulmaktır. Yani yeni üzüntülerimizin yerine eskilerini koymak ki, zaten onlardan kurtulmuşuzdur…Böylece, başkalarının atlattığı üzüntüleri düşünmekle, ilk musibete uğrayanın biz olmadığımızı, musibetin sadece tek kişinin başına gelen bir olay olmadığını anlamış oluruz.
3-Bir şeyler kaybetmiş ve bir şeylerden mahrum kalmışsak, başka pek çok insan da bu tür şeylerden mahrum kalmıştır. Bu insanların her biri, kaybına veya mahrumiyetine razı olmuş, mutluluk sergilemiş ve kederden uzak durmayı başarmışlardır. Böylece sözgelimi, çocuğu ölen ya da çocuksuz olan bir kimse, insanlar arasında, kendi durumunda daha pek çok kimsenin bulunduğunu düşünmelidir. Öyleleri var ki çocuksuz olmakla birlikte gönülleri rahattır, çocuğu ölen niceleri var ki, yine de teselli bulmuşlardır. Aynı durumlar servet, dünyanın bütün nimetleri ve insan nefsinin bütün istekleri için de geçerlidir. Öyleyse üzüntü, tabii değil, ârızîdir. Pek çok insan mülkünü kaybetmiş, hatta pek çoğu da hiç mülk sahibi olmamıştır. Ama bundan üzüntü duymazlar.
4-İnsan, başına hiç musibet gelmesini istemiyorsa, hiç varolmak da istemiyor demektir. Çünkü musibetler, bozulma niteliği taşıyan şeylerin bozulmasından ileri gelir. Eğer bozulma olmasaydı, varlık da olmazdı. Öyleyse musibetlerin olmamasını istemek, tabiattaki oluş ve bozulma kanununun ortadan kalkmasını istemektir. Tabiatta olanın olmamasını istediğimizde ise, imkansızı istemiş oluruz. İmkansızı isteyen, muradından mahrum olur, muradından mahrum olan bedbaht olur. Bu ise cahillik ve bedbahtlık mertebesidir. Cahillik, alçaklığa yol açarken, bedbahtlık da âdilik ve başkalarının acısından memnun olma huyu doğurur.
5-Başka ellerin uzanabileceği şeylere biz de uzanabiliyorsak, o şeyler bize daha yakın olsa bile, bizim o şeye kavuşmamıza başkalarından daha layık olduğumuzu göstermez. O şeyler sadece elimizde tuttuğumuz sürece bizimdir. Fakat, başkalarının ortak olamadığı ve sadece bize ait olan şeyler bizim gerçek kazancımız ve manevi hayırlarımızdır. Kaybedecek olsak üzülmemiz gereken şeyler de işte bu manevi hayırlarımızdır. Yoksa, zorla elde tutmak suretiyle bize ait kılınan şeyler yüzünden üzülmek hiç de doğru değildir. Gerçekte de insanların tabii olarak sahip olacakları şeyleri elde etmelerinden üzüntü duyan kişi tam bir hasetçidir. Böyle bir kıskançlık, kötülüklerin en fenasıdır. Düşmanlarının kötülüğe uğramasını seven kişi, kötülüğü seviyor demektir. Bundan daha kötüsü ise, dostlarının başına kötülük gelmesine sevinendir. Kendisinin faydalandığı bir şeyden dostunun mahrum olmasını isteyen, kendisine göre kötü olan bir durumu dostu için isteyen, dostlarının kötülüğe uğramasından mutlu olan kişidir. İnsan ise, bu aşağılık duygudan asla memnun olmamalıdır.
6-Şunu akıldan çıkarmamak gerekir ki, müşterek menfaatlerden olup bizim elimizde olan her şey, bu şeyleri bize veren ve bu şeylerin yaratıcısı olan azîz ve celîl olan Allah'tır. Allah (Celle Celalühü) dilediği zaman emanetini geri alabilir ve dilediği bir başkasına verebilir. Allah (Celle Celalühü) o nimeti başkasına vermese bile, o nimet bize geri dönecek değildir. Bazen o, düşmanlarımızın eliyle o emaneti bizden geri aldığında, O'nun bize kötülük ettiği vehmine kapılırız. Unutmamamız gerekir ki, emaneti bize veren, onu geri alarak, istediği başka birine verme hakkına da sahiptir. Bunda bizim için ne utanç ne de hakaret vardır. Fakat emanetler bizden geri alındığından dolayı üzüntüye kapılırsak, kınanmaya ve hakarete müstahak oluruz. Çünkü bu tutum, aç gözlü, cimri ve iyiyi kötüden ayıramayanların ahlâkıdır. Bir şey kendisine emanet olarak verildiğinde, bunun kendi malı olduğunu zanneden kişi, şükür yolunu da terk etmiş sayılır. Çünkü şükretmenin ilk basamağı, emaneti gönül hoşluğu ve memnuniyetle sahibine iade etmektir. Emanet geri alınırken araya konulan elçilerin de bir önemi yoktur. Üstelik bizden aldığı nimetler, verdiklerinin en değerlileri değil, değersizleridir. Allah (Celle Celalühü) nimetlerinin en çoğunu ve en değerlisini, yani başkalarının el uzatamadığı, kimsenin bizimle paylaşmadığı nimetleri bizde bırakmıştır. Yani nimetlerinin önemsiz olan az bir kısmını geri aldıysa da, ruhumuz (nefs) sürekli var olduğu sürece, pek çok nimetini bizde bırakmıştır.
7-Kayıplara ve elden gidenlere üzülmenin sebebi, bizim varlık bütünlüğümüzün dışında kalan maddi değerlere sahip olmamak ya da onları kaybetmek ise, bu maddi değerlerin peşinden koşmadığımız sürece üzülmeyeceğiz demektir. Maddi ihtiyaçları azaltmak, üzüntüleri azaltmak anlamına gelmektedir. Atinalı Sokrat'a "Üzülmemeyi nasıl başarıyorsun?" diye sorduklarında; "kaybettiğim takdirde üzüntüsünü çekeceğim şeye sahip olmuyorum."diye cevap vermiştir. Musibetlerinin az olmasını isteyen kişi, haricî ihtiyaçlarını azaltmalıdır. Nitekim harici ihtiyaçlar, elde edilmesi yorgunluğa, kaybedilmesi acıya, ulaşılamaması özlemlere yol açan şeylerdir. Bizim gerçek vatanımız öyle bir yerdir ki, orada yoklardan söz edilemeyeceği için musibetler yaşanmaz, kayıplardan söz edilemeyeceği için, özlemler de yoktur. Orada istenmesi gerekmeyen hiçbirşey istenmez. İstenmesi gereken herşey de isteyenin yanıbaşındadır; ondan ayrılmayacak, yoklukla karşılaşmayacak şekilde isteyenle birliktedir.
8-Sadece kötü olandan nefret etmeliyiz. Eğer kötü olanı sevmemek zihnimizde iyice yer ederse, nesnelerin kaybından doğan duyusal üzüntüleri ortadan kaldırmada bizim için bunun büyük bir yararı olacaktır. genellikle ölümden daha kötü birşey olmadığı düşünülür. Oysa ölüm kötü değildir. Aksine ölüm korkusu kötüdür. Ölüme gelince, o sadece tabiatımızın bir tamamlayıcısıdır. Çünkü ölüm olmasaydı, kesinlikle insan da olmazdı. Nitekim insan; "akıllı ve ölümlü canlı" diye tanımlanır. Buna göre insan için kötü olan, ölümün olmamasıdır. Çünkü ölüm olmasaydı, insan da olmazdı. Bunun içindir ki, ölüm kötü değildir. Böylece herkesin nezdinde eşyanın en kötüsü olduğu zannedilen birşey (ölüm) hakikatte kötü değilse, o taktirde bunun dışındaki hissi kayıplar ve mahrumiyetler de kötü olamaz. Ölümün kötü olduğu şeklindeki kanaatin sebebi, hayat ve ölüm hakkındaki bilgisizlikten kaynaklanıyor olmalıdır.
Prof.Dr.Mustafa Çağrıcı'nın çevirisini yapıp türkçeleştirdiği "Üzüntüden Kurtulmanın Yolları" isimli el-Kindi'ye ait eserden özetlenmiştir.