Seyyid Muhammed Raşid Hz.'nin halifesi Molla Yahya Hz.'ne, Seyda Muhammed Raşid Hz.'ni Sorduk.
FEYZ: Efendim, Seyda Hz. hakkında genel manada nelerden bahsedebilir siniz?
MOLLA YAHYA EFENDİ (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz): Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil Alemin, vessalatü vesselamü ala hayrihi ve halgihi Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Rabbişrahli sadri ve yessir li emri vehlül ukdeten min lisani yefgahü gavli. Sübhaneke la ilme lena illa ma allemtena inneke entel alimül hakim, sübhaneke la fetme lena inneke tevvebür rahim.
Aziz Kardeşlerim, Allah razı olsun. Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) onun hakkında, acizane bilgi vermek, onu tanıtmak haddim değil. Ben kendimi o yüce zatın hakkında bilgi vermekten aciz görüyorum ve kusurlu görüyorum. Zira evvela öyle bir Ehl-i beyt, öyle bir ailedendir ki, Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) bizatihi o Ehl-i beyti methetmiş ve Bismillahirrahmanirrahim; ''Allah, siz Ehl-i beytten pisliği necaseti götürmek, izale etmek ve sizi temizlemek istiyor.''
Allah (Celle Celalühu) Kur'an-ı Kerim'de temizlediği bir aileyi ve Cenab-ı Mevla'nın (Celle Celalühu) övdüğü ve methettiği bir Ehl-i beyti methetmeyi fuzuli görüyorum.
Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hadis-i Şeriflerinde: Hz. Nuh'un zamanında, nasıl ki Hz. Nuh'un gemisine binen halas olmuştur. Ondan geriye kalan helak olmuş olduğu gibi, bir fitne zamanında benim Ehl-i beytime tabi olan da halas olacak onlardan geriye kalan, muhalefet eden de helak olacak'' buyuruyor ve Seyda'mızın da o aileden olması hasebiyle Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın bu methine, vasfına vakıf, layık olduğu için benim bir diyeceğim kalmamıştır. Ancak 1958'den beri bu aileyle beraber olmam hasebiyle de Seyda Hz. (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hakkında az bir şey bilsem de onu bildirmekten memnunluk duyar ve kendime bir iftihar bilirim.
Seyda'mızı (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz), küçüklüğünden beri, Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) onu güzel ahlak ve güzel tabiat üzere yaratmıştır. Tabii ki Mevla (Celle Celalühu) bir zata bir yüce makam nasip ettiği zaman onu küçüklüğünden muhafaza eder. O'na hayır yollarını kolaylaştırır ve kötülükleri de ondan muhafaza eder. Dolayısıyla Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) babası ve annesi tarafından ''Seyyid'' olma ve babasının zamanın Gavs'ı, Kutbi ferdi olması hasebiyle de işte böyle terbiye ve adap merkezi olan bir ailenin ocağında yetişmiş ve kendi zatı da küçük yaştan beri Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın ahlakına sahip olmuştur.
Gerek sima ve gerekse ahlak ve tabiat bakımından Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın ahlakına sahip idi. Nitekim daha Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hayattayken, bazı sofi kardeşlerimiz Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ı rüya aleminde gördüklerinde, Gavs'a aynı bu ibareyi kullanırlardı; ''Kurban Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sizin şu büyük oğlunuza çok benziyor'' diye tabir ederlerdi.
Ahlakı ise gerek şefkat, merhamet gerek tevazu, gerek halim olmak gibi bütün konularda Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın ahlakına sahipti. Ahlak ve faziletin timsali idi. Yani numunesi idi.
Bunları misallerle ifade etmek tabii çok uzun uzadıya bir zaman alır. Ama yine bunlardan azıcık da olsa bazı misallerle anlatmaya çalışacağım.
İnsan, Seyda'mızın huzurunda bulunduğu zaman sanki Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın huzurunda olduğu gibi sükunet, huzur ve huşu var idi. O'nun meclis-i alisinde hiç bir zaman kimsenin aleyhinde, gıyabında bir söz, konuşma mevzubahis değildi. Veyahut da dünya ile ilgili konuşma olmaz idi. Siyasetle alakalı herhangi bir söz söylenilmezdi. Dolayısıyla meclisinde laho, yani boş söz veyahut çirkin söz veyahutda günah sözden mücerred idi. Nitekim Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in meclisi de böyle idi.
Şefkat bakımından ise Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) bütün müridleri şefkati altına almış ve bütün müslümanlara genel bir şefkate sahip idi. Şefkatine bir misal; vefatından onbeş gün evvel Afyon'da bir gün konuştuk. Oranın havasıyla ilgili ''Kurban buranın havası nasıl, size (iyi) geliyor mu?'' diye ben sordum, acizane. ''Havası hoştur. Fakat burada çok üzülüyorum gelen sofilere bir şey veremediğimiz için. Onlara bir ikramda bulunmadığımız için, çok üzülüyorum, inşallah önümüzdeki sene bir fırın, bir mutfak yapıp, gelen sofilere mutlaka yemek çıkaracağız'' diye buyurdu. Dolayısıyla gelen misafirlere ikramda bulunamadığı için Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) çok üzgün idi. Bu da O'nun onlara karşı şefkati idi.
Halimliğine gelince, hiç bir zaman Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) kimseyi azarlamamış ve kimseyi kötülememiş ve kimsenin kalbini kırmamıştır. Ve bunu hiç kimse görmemiştir.
Tevazu yönüyle ise, zaten Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tevazunun timsali idi. Ve o tevazusundan dolayıdır ki, o kadar insanın gelip gittiği halde, hiç bir gün Seyda'mızda (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) bir değişiklik görülmedi. Hani bakıyoruz, bazı insanlar etrafında beş on kişi toplandığı zaman onların kalbine bir gurur, elbiselerinde bir değişme ve böyle şeyler geliyor kendilerine. Ama Seyda'mız da (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hiç bir değişme olmadı. Kim gelirse gelsin aynı elbise, aynı şey hiç bir tavrı, hiç bir hareketi değişmemiş ve o tevazuyu bırakmamıştır. Ve diyebiliriz ki Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) kendini Allah (Celle Celalühu) yoluna toprak saymış ki, o kadar onda güller ve çiçekler bitmişti. Ve Seyda'mızın (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) istikameti de yine gayet tamam idi. Ve istikametinden dolayı idi ki, oraya gelen herkes kötü ahlakını bırakıp, şeriata İslama sarılır, iyi ahlaka sahip olurdu. Tabii buna büyük zatların tasarruf ve himmeti denilir. O tasarruf ve himmetinden dolayı binlerce değil milyonlarca kişi içkiyi bırakıp, kumarı bırakıp, kötülüğü bırakıp iyi yola girmişlerdir.
Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) keşif keramet babından da büyük keşif keramet sahibi idi. Fakat en büyük keşif ve kerameti biz istikamet görürüz. (Şeriata müstakim olmak) ve o gelen insanların ahvalini değişmesini görüyoruz. Zira Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Seyyid bin Ali'ye (r.a.) hitaben şöyle buyurmuştur: ''La en yehdiyellahu ala yedeyke vahiden bi hayrin leke min humun nun''
''Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) senin vasıtanla birini hidayete erdirse, senin için kırmızı develeri Allah yolunda vermekten daha hayırlıdır''. İşte Seyda'mıza baktığımız zaman bir değil, bin değil, milyon kişi değil, bu kadar hidayet olunan insan, işte hepsi, Seyda'mızın manevi tasarruf ve himmetlerinden dolayıdır. Evet, onun manevi tasarrufundandır ki onu gören, hatta diyebiliriz ki Menzil toprağına giren herkes kendinde bir değişiklik hissederdi. ''Allah'ın ehli kimselerdir, Allah'ın dostu kimselerdir. O kişiler ki onlar görüldüğü zaman Allah hatırlanır. Yani insan onların huzuruna girdiği zaman Allah'ı hatırlar. Cenab-ı Mevla'yı düşünür''. İşte bu ehlullahın büyüklüğünün alametidir. Çünkü kalpten kalbe akis ediyor. Ve onun kalbinden gelen, kişilerin kalbine akis ettiği için onların kalbine de Allah'ın ismi geliyor. Bütün bunlar Seyda'mızın (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) zahiri ve genel olarak ahvaliydi. Cömertliği bakımından zaten o mükemmeldi. Gelen cemaate de o kadar yemek çıkarmak, o kadar ikramda bulunmak, mübarek zatın cömertliğindendir. Tabii daha önce dediğim gibi yani Seyda'mızı tamamıyla anlatmak ve tamamıyla bildirmek bizim hakkımız değildir. İnşallah Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) Hakkında tabii ki kitap hazırlıyoruz. Bu kitap çıkınca daha fazla Seyda'mızı (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) tanıtmaya çalışacağız.
FEYZ: Seyda Hz.'nin diğer alim ve mürşidlerinden farkı nedir? Anlatır mısınız?
MOLLA YAHYA EFENDİ (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz): Evvela bütün din alimlerine saygımız hürmetimiz sonsuzdur. Hepsine hürmet ve sevgimiz vardır. Ve hepsi de emri bil maruf, nehyi anil münker vazifesi yaptığı için Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin vazifesini yerine getirirler. Ancak aradaki fark; Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) kendi nefsini tezkiye edip, kendi ahlakını düzeltip ve emradı kalbiyyeden temizlediği için başkalarının tasfiyesi kolay olmuştur. Daha kolay olmuştur. Ve ilmi zahirden pay sahibi olduğu için de ilmi batından da büyük hikmet sahibi idi. Tarikat ve tasavvufun adabına göre seyrü sülukünü tamamlamış ve irşad makamına ulaşmış, kamil ve mükemmil idi.
Bunu İmam-ı Rabbani (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) mektubatında şöyle anlatıyor; ''Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadisi şerifinde 'Alimler peygamberlerin varisleridirler' Hangi alim varistir? Bu hem zahiri hem batıni ilme sahip olan alimler varistir. Yani yalnız zahiri ilimleri okuyup da batıni ilimlerden haberi olmayan ve batıni ilmi ya inkar edip veyahut da bilmeyen kişiler varis olamaz''. Onlar varis değiller, varis olamaz ve varis değiller. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hakiki varis olan o kimselerdir ki, hem zahiri ilmi okumuş tamamlamış, hem de batıni ilmi görüp terbiye ve eğitimi tamamlamış kişilerdir.
Şeyh Seyda'mızın da diğer alimlerden farkı budur.'' Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hem zahiri, hem batıni alim olduğu için onun etkisi fazla idi. Diğer alimler yalnız zahiri ilim okudukları için söylüyor, anlatıyor fakat fazla tesiri olamıyor. Bunu bir hikayeyle anlatmak istiyorum. Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) zamanında biz Kasrik'te idik. Acizane orada bende çocukları okutuyordum. Ders veriyordum. Oranın bir imamı vardı. Adı Abdurrahman Erol idi. Molla Abdurrahman resmi imam olduğu için devamlı Bitlis'e gidip gelirdi.
Bir gün geldi dedi ki; ''Bugün ben Bitlis'e gittim. Müftü beni çağırdı, müftünün adı Molla Abdülkerim idi. Beni odasına çağırdı, odasına gittim. Müftü bana dedi ki; ''Molla Abdurrahman'' dedi, ''Buyur kurban'' dedim. Dün bana sordular ki; ''Herkes Abdulhakim'e Gavs diyor. Sen de acaba bunu kabul ediyor musun, onun Gavs olduğunu kabul ediyor musun? '' Ben de dedim ki; ''Vallahi de Gavs, Billahi de Gavs'tır. Şeyh Abdulhakim Gavs'tır ve ta Gavs'ın kendisidir''. Molla Abdülkerim hayretle karşıladı. ''Nasıl sen ona Gavs diyorsun, sen bu kadar ilme sahipsin''. Dedim ki ben de sana onun Gavslığını ispat edeyim. Nasıl? Dedi. Dedim, bak otuz seneden beri ben Bitlis'teyim, ilmim de çok iyi. Her cuma ben camide konuşurken en azından Ulu camide beşyüz ile bin kişi arasında beni dinleyenler olur. Beni millet dinliyor. Onlara ben Allah'ın kelamını Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın sünnetini söylüyorum. Fakat dışarı çıktığım zaman bastonumdan başka benle beraber kimse kalmıyor. Ancak benle beraber kalan bastonumdur. Hiç kimse beni takip etmiyor. Şeyh Abdulhakim bir köyde oturuyor. Köy dağın eteğinde. Efendim, telefon yok, telgrafı yok, mektubu yok, birşeyi yok. Her zaman da etrafında elli-altmış-yüz kişi insanlar var. Tabii bu gelen insanları oraya getiren muhakkak bir kuvvet var ki o kuvvet Allah (Celle Celalühu)'dır. Eğer o Gavs olmasa o kadar alim etrafına toplanamaz. Demek ki zahiri alimle maneviyat alimi arasındaki fark budur. Manevi alim tasfiye görmüş, terbiye görmüş ve Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu)'nın lütfuna mazhar olmuş. Ve Allah'ta (Celle Celalühu) insanların kalbini ona çeviriyor ve o kadar insan etrafına geliyor.
İşte Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hem zahiri hem batıni ilimle alim, hem zahiri ilimi tamamlamış, hem batıni ilim, tasfiye ve tezkiye görmüş. Diğer kardeşlerimiz onlar zahiri ilim görmüşlerse de tabii batıni ilimden habersiz oldukları için işte onların tesiri az oluyor. O kadar faydası olmuyor.
FEYZ: Seyda Hz. hiç konuşmadığı ve sohbet etmediği halde neden etrafında milyonlarca insan vardı anlatır mısınız?
MOLLA YAHYA EFENDİ (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz): Muhterem kardeşlerim o cemaatin oraya gelmesi tabii evvela Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu)'nın kuvveti, iradesiydi. Kalpleri çeviren, kalpleri misafir eden ve insanı sevdiren yalnız Allah (Celle Celalühu)'dır. Yani bende bunu söyleyeyim.
Bir tabak balı götürseniz, bir dağın eteğine koyarsanız, bir saat sonra gidin ki orada üzerine bal arısı dolar. Yani arıların aradığı nedir, baldır. Balın bulunduğu yerde mutlaka arılar bulunur. Demek ki bu kadar insanların Seyda'mızın (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) yanında bulunması, bir himmet bir feyz ve bir bereketin olduğunu gösteriyor. Yani apaçık alamettir. Burada Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadisi şerifini size beyan edeyim. Cenab-ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu hadis-i kutside buyurur ki (Riyazus salihin de bu hadis mevcuttur. Yani hadis sahihtir.) Allah (Celle Celalühu) bir kulunu sevdiği zaman Cebrail'i çağırır ve Cebrail'e buyurur ki: Ya Cebrail ben filan ademi seviyorum. Sen de bu ademi sev. Cebrail (a.s.) de o ademi seviyor. Sonra Cebrail (a.s.) melekleri çağırıyor ve onlara söylüyor ki bakınız Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) filan kulunu seviyor, siz de seviniz. Ve sonra gökte o adem için kabul konuluyor. Yani herkes onu kabul ediyor. Herkes ona muhabbet besliyor. Daha sonra Cebrail (a.s.) yeryüzündekine yine çağırıyor ve diyor ki Allah (Celle Celalühu) filan kulunu sevmiştir. Siz de Allah'ın filan kulunu sevin dolayısıyla Allah yolunda olan salih kişiler ve Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın sünnetine bağlı olan kişiler onlar da o kişiyi severler ve ona yeryüzünde kabul konulur. Demek ki muhterem kardeşlerim, bir insanın müslümanlar tarafından sevilmesi ve yahut sevilmemesi bu insanın takati insanın kuvveti ile değil Allah (Celle Celalühu)'ın bizzat iradesi ve kudreti iledir. Tabii bu sevgi bakımından böyle, nefrette öyle, Allah (Celle Celalühu) bizi sevmediği zaman Cebrail (a.s.) filan ademi sevmiyorum sen de sevme diyor. Cebrail (a.s.) gene meleklere Allah (Celle Celalühu) filan ademi sevmiyor siz de sevmeyin buyurur ve yeryüzünde o ademe nefret kuruluyor.
Demek ki gerekirse gökte gerekirse yerde nefret ediliyor. Dolayısıyla insanların sevmesi meleklerin sevmesine bağlıdır. Tabii insanlar sevince yani salih insanların salih kimselerin sevmesi, meleklerin sevmesine tabii, meleklerin sevmesi Cebrail (a.s.) ve Allah (Celle Celalühu)'ın sevgisine bağlıdır. Demek ki Seyda'mızı (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) insanın kalbinde sevdiren kimdir Allah'tır. İnsanın kalbini oraya yönlendiren celbeden gene Allah (Celle Celalühu)'dır. Ve bu muhakkak, liyakat var ki Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) o kadar insanı oraya gönderiyor. Ve eğer hidayet olmasaydı Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) haşa bu kadar kulunu feda etmezdi. Yani delalette haşa toplamazdı. Bu Allah'ın hidayeti olduğu için, Allah'ın yolu olduğu için Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) onun muhabbetini kalbe atıyor ve kalplere ilka ediyor. İşte onların gelmesi hep Allah'ın (Celle Celalühu) o muhabbetinden kaynaklanıyor. Sevgisinden kaynaklanıyor. Tabii kardeşlerim demek ki Seyda'mız (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hal sahibidir ve ehli haldir. Ehli hal ise muhakkak fazlı çoktur ve fazlı çok olduğu içinde işte o himmet, o feyz, o bereketle ne diyeyim insanları celbediyor ve insanlar geliyor ve gelen insanlar da mutlaka büyük istifade görüyor.
Yani eğer istifade görmezse insan, bugün biliyorsunuz öyle bir zamandayız ki, kimse elli bin liraya kıymıyor. Yani elli bini boşu boşuna vermiyor. Gelen insanlar eğer büyük bir istifade görmeseydi, o kadar insan aşık olmazdı. Dolayısıyla gelen insanlar efendim Allah (Celle Celalühu)'nın lütfu keremi ve Allah (Celle Celalühu)'ın muhabbetinden dolayıdır.
Tabi bunu tam hakikatiyle anlatmak, dedim ya hakkım değil. Seyda'mızla (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) 1957, 1958 den bu yana tanışıyoruz ve çoğu zaman beraberiz. Gavs (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) hayattayken de beraberde çok yolculuk yapmışız. Fakat ahlakı hakikaten insan takati üstü bir ahlaka, bir metoda sahip. Seyda'mızın (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) insanlara şefkati, insanlara merhameti, insanların takati üstünde. Ve Cenab-ı Mevla (Celle Celalühu) onu sevmiş ki, onu o şekilde yaratmış, tabi yani bu Allah'ın (Celle Celalühu) yine fazlı keremidir. Lütfi hidayetidir. Biz de Elhamdülillah çok mutluyuz ki, o zatın mensubuyuz.
Bugün de Seyda'mızın (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) yolundayız. Elhamdülillah Seyyid Abdulbaki Efendi de aynı yola devam ediyor ve Seyda'mızın (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz) himmeti baki olduğu halde, Seyyidimizin himmeti o da aynı devam ediyor. İnşallah ümidimiz Cenab-ı Mevla'dan (Celle Celalühu) kıyamete kadar o kapı hidayet kapısı kalacaktır ve Seyda'mız üzerine millet toplandığı gibi Seyyidimiz Seyyid Abdulbaki Efendi Hz. üzerine de inşallah kat be kat daha fazla olacak ve kıyamet gününe kadar inşallah, o kapı hidayet kapısı, hidayet konağı olacaktır. Ve Allah'ın (Celle Celalühu) liyakatı olarak kalacaktır. Allah (Celle Celalühu) Seyyid Abdulbaki ve diğer öbür seyyidlerimize uzun ömürler ihsan eylesin, onlara mutluluk ihsan eylesin, bizi de o kapıdan inşallah ayırmasın. O eşikten, mübarek aşkından ayırmasın, onların bereketinden, feyzinden mahrum eylemesin, inşallah.
Allah sizden razı olsun.