Gerçek Kulluğun Anahtarı İhlas ve Samimiyet / Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.” (Müslim, İmâre, 155; B1 Buhârî, Bedü”l”vahy, 1)

Bu çok meşhur hadisi şerifte açıkça görüldüğü üzere, dinde ihlâs ve samimiyet dinin olmazsa olmazıdır. İman kalbin bir amelidir, bir kişi kalbi ile tasdik ederse mümin olur, ama kalp inanmayınca dilden bin defa inandım demenin imana hiçbir faydası yoktur. O kişinin hali fasıklık, hatta münafıklıktan öteye gidemez. İmanda samimiyet ve ihlâs olunca imanı besleyen, destekleyen ameller     de ihlâslı olur.

İnsanlar kendilerine dost ararken samimiyet ararlar. Öyle ki makam için para, pul, şöhret için kendisini terketmeyen, sadece zatını seven ve kayıran dostlara kıymet verirler. Rabbimiz de dostlarını seçerken zatını seveni sever ve seçer, onu diğer kullarından ayrı tutar. Cennet isteği veya cehennem korkusu için değil de zatını seveni daha kıymetli bulur, daha çok değer verir, kendine yakın eder, dost eder.

Bir hadis-i şerifte yine Resulullah Efendimiz Sallâllâhu aleyhi ve sellem ihlâs için şöyle buyurmuştur: “İnsanlar helâk oldu, ancak âlimler kurtuldu. Âlimler de helâk oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu. İlmiyle amel edenler de helâk oldu, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtuldu. İhlâs sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler.” (Aclûnû, Keşfü’l-Hafâ, II, 433 Hadis No: 2796; 2/280 no: 2795)

Bu hadis-i şerifte ihlâs sahibi olmanın gerekliliği yanında müminlerin ayrıca havf ve reca (ümitle korku) arasında olmaları gerekliliği de vurgulanır.

İhlâs, bir şeyde halislik, saflık anlamına gelir ki, süt veya bal örneği bu konuda çok açıklayıcıdır. İnsanlar sütün su karıştırılmamış olanını, balın da yine safını ararlar ve elbette bu en doğru ve tabii bir istektir. Zira bala şeker, süte su ne kadar karışırsa onların besin değeri o kadar kıymetinden kaybeder. Aynı şekilde amellere de ne kadar riya karışırsa onun da kıymet ve değerini o derece düşürür.

Bir gerçek de var ki balın veya sütün halis olmayanını dış görüntüsünden anlamak çok kolay değildir, o yüzden insanlar bu konuda çok aldanır ve aldatılırlar. Bu örnekte olduğu gibi ihlâssız, riyakâr insanları da dışarıdan tanımak ve ayırmak bir bakışta mümkün olmayabilir. Yani bunun için keşif gibi feraset gibi kalbin algılarının devreye girmesi veya kişilerin çok yakından tanınması ve iyi incelenmesi gerekir. Bir kişi başkasının riyasını görmede zorlandığı gibi kendi riyasını da görmekte zorlanabilir, zira riya duygusunun açık olanından, karıncanın ayak sesi gibi gizli olanına kadar çok dereceleri vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Sizin için korktuklarımın en korkuncu küçük şirktir.” Sahabiler: “Küçük şirk nedir?” dediler. Efendimiz: “Riya” buyurdu. (Müsned, IV, 124.)

“Şirk, karanlık gecede Safa tepesinde yürüyen kara karıncanın ayak sesinden daha gizlidir.” (Taberani, Mu‘cemü’l-evsat, IV/10, hadis no: 3479; Ebu Nuaym, VII, 112.)

İhlâsın zıddı olan riya duygusuna düşmenin tehlikesini bilmeyen ve kendine buna göre çeki düzen vermeyen insanlar, bir ömür içinde yaptığı tüm amellerini Allah için yaptım sanabilir. Eğer öyleyse bu gafletin faturası, telafisi olmayan büyük hesap gününde acı bir tablo olarak önüne gelir. Lâkin bu aldanışın artık daha ne tevbesi ne de geri dönüşü olur. O gün sadakanın, zekâtın, namazın, haccın, yaptığı her türlü hayır hasenatın, hatta şehitliğin hepsi sorgulanır. Allah için değilse ona ispat edilir, dağlar gibi var sandığı amelleri güneşi gören karlar gibi erir, seraba döner. Bu nedenle aklı başında olan gerçek müminler ihlâsa her şeyden çok değer vermeli, hem kendi amelini hem de peşinden gittiği hocasının amel ve ihlâsını sorgulamalıdır. Böylece ehil olmayan, kendine dahi hayrı olmayan birilerini körü körüne rehber seçerek hem bu dünyada hem de ahirette aldanmış olmaktan ve hüsrana uğramaktan kendini korumalıdır.

Günümüze gelirsek, maalesef günümüzde ihlâslı bir hoca, peşinden gidilecek gerçek bir âlim bulmak, denizde inci bulmak, toprakta elmas bulmak gibi zordur. Zira bu tür âlimler yok denecek kadar azdır, bu nedenle bir mümin manevi terbiyesini emanet edeceği âlimi, ağzının iyi laf yapmasına, akademik kariyerine, Arapça’sına, sakalına, cübbesine değil dini yaşamadaki gayret, samimiyet takva ve ihlâsına; keşif, ferâset gibi manevi algılarının açık olup olmadığına bakarak değerlendirmeye almalıdır. Bunun için de bir kişi ihlâs denen kalpteki amelin önce kendisi adına kıymetini idrak etmeli, amel, ibadet, hayır, hasenat işlerinden ihlâsını sorgulamalıdır. Yoksa emekleri kayaların üzerindeki toprak yığını gibi olur ve oraya ekin ekerse bir yağmurla orada ne bir ürün ne de bir avuç toprak bulabilir. Dolayısıyla ibadet olarak yaptığımız tüm iş ve eylemlerin sadece Allah rızası için yapılmasına, burada başka çıkar hesaplarının devreye girmemesine çok dikkat etmelidir.

İhlası elde etmenin veya kazanmanın en kestirme yolu ise Allah’ı her şeyden çok sevmek, bu sevgiyi elde etmenin en kolay yolu da Allah’ı her şeyden çok seven Allah dostlarının sohbetlerini en kestirme yol ve en güvenli yöntem bilmektir.

Sözü fazla uzatmadan, makalemi değerli büyüğümüz, Şenel İlhan Beyefendi’nin bu konudaki yine önemli uyarısı ile noktalamak istiyorum. Allah’a emanet olun.

“İhlas ve samimiyet, dinin olmazsa olmazlarının en başında gelen ve hiçbir çıkar gözetmeden yalnız Allah rızasını amaç ederek yapılan samimi kulluğun adıdır…

İslam Allah ile de, kul ile de, tüm ilişkilerde samimiyet ister, doğruluk ve dürüstlük ister, özellikle insan ilişkilerinde, kesinlikle negatif çıkarcılığı ise, şiddetle reddeder!

Allah kul ilişkisinde ihlâsın sırrı ise, her sevgiden daha büyük Allah sevgisi ve bu sevgi ile beraber azamet-i ilahiyi idrakten doğan iç ürpertici derin bir saygı ve yine bu saygı ve sevgiyle beraber, O’nu, hakkıyla takdir edememenin aczi ve mahcubiyeti ile de, her şeyden daha çok değer vererek aşk ile kulluk ve bağlılıktır…

Böyle bir Allah kul ilişkisi, takva ve fücur ile kodlu Nefs’in tamamen tezkiye edilip, ıslah olmasına ve hevasından vaz geçip, Allah aşkı ile dolmasına ve teslim olmasına bağlıdır…

Elbette, kul kul ilişkisinde de, olması gereken sevgi ile beraber saygı, hakkını vererek ve muhatabın değerini idrak ve takdir ederek samimi ilişkiler kurmak, kul kul ilişkisinde, bizden mutlaka istenen olmazsa olmazlardandır…

Bu anlattıklarımı elde etmek göründüğü gibi hiç de zor değildir!

Çünkü, İslam’ın her emri ve yasağı nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi ilaçları olsun diye bize lütfedilmiş şükredilmesi gereken nimetlerdir… Mesela, beş vakit namazını kılan bir mümin; “Namaz insanı bütün kötülüklerden alıkoyar” ilahi emri gereği namazını kılar, aynı aşk, aynı niyet ve mantıkla orucunu tutar ve özellikle de ihlâslı ve samimi olmaya çalışarak her amelini bu şuurla yaparsa, mutlaka ama mutlaka, Allah’ın yardımı yetişecek ve maksat eninde sonunda hasıl olacaktır!..

Çünkü, “hiç kimse ama hiç kimse, Allah’ın yardımı olmadan kurtulamaz” gerçeği gereği, bütün bunlar ancak Allah’ın yardımı, dilemesi ve bizim de gayretimiz ve vesilemizle olabilecektir… Ancak dikkat edin, bu yolda Allah’ın en büyük yardımı, gerçek bir sadıkla beraber olmak ve feyz’ler, hikmetlerle dolmaktan ve bu sadık kula, muhabbetle sadık olmaktan geçer!..

O da başka bir konu…”