Ulûhiyyet ve rubûbiyyet ne demektir?
Ulûhiyyet kısa ve öz olarak ilahlık demektir. İlah Allah’a ait bir isim olmakla birlikte Arapçada cins isim olduğundan batıl ilahlar için de kullanılmaktadır. Taberî bu yorumu kabul etmemekte, Arapların ilah kelimesinin sadece Allah için geldiğini nakilleri ile zikretmektedir.
İlah kelimesi ıstılahi olarak, gerçek ilah olmasa bile, çeşitli kimseler tarafından tapınmaya layık görülmüş her varlık, tapınılan mabud anlamındadır. Her ne kadar layık ve müstahak olmasa da Ulûhiyyet atfedilen her varlık ilahlaştırılmış olur. Bunu yapan kişi farkında olsun olmasın durum değişmez.
Rubûbiyyet kısa olarak Rablık demektir. Rab mutlak olarak (yalnız başına) yalnız Allah için kullanılır. Başka varlıklar için kullanıldığında izafeli olarak kullanılır. Rab kelime, sözlük anlamı olarak, Allah, ilah, her şeyin Rabbi, sahibi her konuda idare edici olan, başa geçen, sahip olan, toplayan, besleyip yetiştiren, ıslah eden, âlemi bütün cüzleri ile terbiye eden, nimeti artıran fazlalaştıran, süsleyen, itaat olunan, efendi, herhangi bir durumu düzelten kimse, bir şeyin maliki gibi anlamlara gelir. Müfessirler ise benzeri olmayan efendi, verdiği nimetleriyle mahlûkların durumlarını düzelten, yaratma ve emretmenin sahibi, terbiye eden, idare eden, kemale erdiren, ihsanda bulunan, her şey üzerinde hak sahibi olan gibi anlamlar vererek tefsir etmişler.
Temelde “mağfiret” kavramı ne demektir?
Mağfiret, Allah’ın, kullarının işlediği suç ve günahları örtüp affetmesi, yarlıgamak, bir işi ıslah etmek, bir şeyi örtmek, ak düşmüş sakalı boyamak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Taberi, mağfireti, Allah’ın mağfiret ettiği kulunun günahını bu dünyada ve ahirette örtmesi, onu rezil olmaktan koruması ve onu affedip cezalandırmaması olarak izah edilmektedir. Beydâvî, mağfireti, ayıpların örtülmesi, sorumlu tutmamak suretiyle rezil etmemek şeklinde izah etmektedir. İsfahânî, mağfireti, Allah’ın kulunu azab görmekten koruması şeklinde yorumlamaktadır.
Mağfiret, Allah’ın Müslüman kullarının işlediği suç ve günahları örtüp affetmesi, suçu işleyen kulunun günahını onun dışındaki diğer kullardan gizlemesi, günahkâr kulunu bağışlaması anlamına gelen bir kavramdır. Yukarıdaki tanımda Müslüman kulları diye özellikle belirttik. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın mağfireti sadece Müslümanlar için tecelli eder. Kâfirlere, müşriklere ve gayri Müslimler için Allah’ın mağfireti tecelli etmez.
Mağfiret-Ulûhiyyet ilişkisine dair neler söylemek istersiniz?
Mağfiret Ulûhiyyet ile doğrudan ilişkilidir. Hak ilahın ahirette yarlıgama yetkisine de sahip olması da gerekir. Bu kaçınılmazdır. Birçok inanç sistemlerince kabul edilen inanıştır. İnsan, pişmanlık duyduğu esnada, vicdan azabı duyduğu durumlarda, kendisine taptığı mabud, ilah, tanrı tarafından bağışlanmayı arzular. Kendisini duyan, ona acıyan, günahlarını bağışlayacak yüce ve aşkın bir varlığa sığınma ihtiyacı duyar. Eğer kendisine taptığı ilah batıl ise bu onu ahirette hüsrana uğratacaktır. Bunu telafi etmenin imkânı da kalmaz. Kur’ân bu konuyu ısrarla vurgulamakta ve Allah’ın dışında tapınılan ilahların ahirette hiçbir fayda veremeyeceklerini, şefaat edemeyeceklerini açıkça belirtmektedir.
“(Ey Muhammed!) De ki: ‘Allah’ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur. Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da ‘Gerçeği’ diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.” (Sebe, 34/22-23).
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah’ın merhameti, mağfireti ulûhiyette tevhid inancıyla doğru orantılıdır. Eğer kul Allah’a ortak koşmadan, yerde ve gökte sadece Allah’ın hakiki, gerçek ve tek ilah olduğuna inanmazsa, Allah onu bağışlamaz ve ona mağfiret etmez.
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, (mağfiret etmez). Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar, mağfiret eder. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ, 4/116).
Mağfiret- Rubûbiyyet ilişkisi bize neler düşündürmeli?
Allah’ın mağfireti rubûbiyyet ile doğrudan ilişkilidir. Hakiki olan bir rabbin ahirette yargılama yetkisine de sahip olması gerekir. Bu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu nedenle Kur’ân bu konuyu ısrarla vurgulamakta ve Allah’ın dışında tapınılanların ahirette hiçbir fayda veremeyeceklerini, şefaat etme şansının dahi batıl rablere verilmeyeceğini açık ve net bir şekilde izah etmektedir.
“Onlara İbrahim’in kıssasını anlat. Hani o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” diye sormuştu. “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz” diye cevap verdiler. İbrâhim, “Peki ama, dedi, dua ettiğinizde onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?” “Hayır ama biz atalarımızı böyle yapar bulduk.” dediler. İbrâhim dedi ki: “İyi de sizin ve önceki atalarınızın neye taptığınızı hiç düşündünüz mü? İyi bilin ki âlemlerin rabbi dışında taptıklarınız benim düşmanımdır; O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren ve içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Canımı alacak olan, sonra beni yeniden diriltecek olandır. Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum yine O’dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat. Arkadan gelecekler içinde iyilikle anılmayı bana nasip eyle!” (Şuârâ, 26/69-84).
Ayetlerden anlaşılan sonuç şudur; Allah’ın rubûbiyyetinin bir tecellisi olarak mağfiret, tevhid inancına bağlıdır. Eğer kul Allah’a ortak koşmadan, yerde ve gökte sadece Allah’ın hakiki, gerçek ve tek Rab olduğuna inanmazsa Allah ona mağfiret etmez. Allah’ın âlemlerin Rabbi, büyük ve Kerîm olan arşın Rabbi, her iki doğunun ve her iki batının Rabbi, yaratan, yediren, içiren, şifa veren, kıyamet günü yargılayıp hesaba çekecek olan, hesap gününde mağfiret etmesi umulan yegâne ve tek Rab olduğuna inanmayanı Allah affetmez. Onu bağışlamaz ve ona mağfiret etmez. Zira mağfiretin şartlarından biri de doğru rubûbiyyet inancıdır.
İstiğfar ve mağfiret arasındaki ilişki nasıl anlaşılmalı?
İstiğfar ile mağfiret çok yakın ilişkilidir. İstiğfar, söz veya fiil ile Allah’tan mağfiret dilemek, Allah’tan af dilemek, günahının bağışlanmasını istemek gibi anlamlara gelir. İstiğfar talebi olmadan mağfiret tecelli etmez. İstiğfar mağfiretin tecelli etmesinin basamaklarından biridir. Bu nedenle her iki kavram iç içedir.
İstiğfar, dil veya fiil ile Allah’tan mağfiret talep etmek, anlamına gelir. Terim olarak istiğfar ise, birkaç anlama gelmektedir. Terim olarak istiğfar ise, günahkâr ve hatalı olan kulun, günah ve hatalarının Allah tarafından affedilmesini istemesidir. Veya kulun işlediği iyi, güzel ve salih amellerini azımsayıp, Allah’tan bunları çoğaltmasını istemesidir. Bunun tersi de olabilir. Kul günah ve hatalarının çok olduğuna inandığı için bunların azaltılmasını Allah’tan istemesi de istiğfar demektir. İstiğfar tevbeden daha geniş bir kavramdır. Kişi kendi günahları için istiğfar edebileceği gibi başkasının günahı için de istiğfarda bulunabilir. Allah’tan günah ve hatalarının bağışlanmasını isteme, mağfiret dileme, istiğfar lafzını veya manasını içeren her duaya istiğfar denir. Üstat Said Nursî, istiğfarı, “İstiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlâhiyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilâne bir niyaza vesiledir” diye tarif etmektedir.
Allah’ın mağfiretine nail olma şartlarının neler olduğu bildirilmiştir?
1- İman ve salih amel sahibi olmak.
2- Allah anıldığı zaman kalbin titremesi, Allah’ın ayetleri okunduğu zaman imanın artması ve sadece Allah’a tevekkül etmek.
3- Allah yolunda cihad etmek, Allah adının daha da yücelmesi için mücadele etmek, bu uğurda malını canını feda edebilmektir.
4- Gaybta (kimse yokken bile) dahi Allah’tan korkmak.
Mağfirete mazhar olan Peygamberler deyince ne anlamalıyız?
Allah’ın mağfireti o kadar büyük bir lütuftur ki önce en sevdiklerine tecelli etmiştir. İlk önce en büyük resuller bu şerefe nail olmuşlardır. Allah’ın seçkin kulları, Allah’tan hem kendileri hem de ümmetleri için mağfiret talep etmişler. Bu sayede bizlere de örnek olmuşlar. Bizler de başta kendimiz, aile efradımız ve tüm Müslümanlar için Allah’tan mağfiret talep etmeliyiz.