Fanilik Gerçeğiyle Yüzleşmek / Prof. Dr. Celal Türer

Fanilik üzerine düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Elbette. Ama bütün değerlendirmelerin sadece insan indinde olduğunun farkına varmamız lazım. Genelde fanilik bizim itibarsızlaştırdığımız bir husus. Oysa meseleyi Cenab-ı Hak indinde düşünmeye başlarsak varoluşumuzun asli yapısının başlangıcı itibarıyla sonradan yaratılma, sonu itibarıyla da sonlu olma, hitâma erme olduğunu kavrarız. O yüzden de faniliğin itibarsızlaştırılması sadece insan nezdindedir. Yoksa varoluşumuza herhangi bir şekilde katkı yapacak şekilde ya da etki edecek bir şekilde bize ait bir husus değildir. Bizim nazarımızı gösterir. Peki bu hâl niye var oluyor diye bakarsak, sonlu olmayı, hitâma ermeyi, yaşlanmayı -hepsi faniliğin bir tercümesidir- insanoğlu genelde kabul etmiyor, kabul edemiyor… Bunun sebebi de şu; sonluluk, insanın her daim karşılaştığı fakat yüzleşmek zorunda kaldığında üstünü örttüğü ya da görmezden geldiği bir husustur.
Çok güzel bir ifade vardır. Şöyle söyler: Faniliğin kesin olduğunu, “sonlu muyuz, ölüm bize varacak mı?” sorusunun cevabını herkes kesin olarak bilir. Fakat o kesinlik içinde yaşayamaz. Faniliğimizi bile bile yani ölüme giden varlık olduğumuzu bile bile yaşamak, var olma tarzımıza aykırı bir hususu ortaya çıkartır. Yani zaten öleceğiz, o zaman yapmanın, herhangi bir şeyle uğraşmanın anlamı yoktur gibi bir hâle bürünürüz. Oysa zihin bu meseleyi hemen, burada ve şimdi olan ölümden kaldırarak başkasına atar, başkası üzerinden anlamaya çalışır ve “şu an yaşıyorsam”, “ölüm kesin, fanilik kesin”, ”Kesin olan ölüm var ve şu an yaşıyorum.” diye düşünür. Bir düşünür der ki, “Kesinliği şimdiye taşıdığımız andan itibaren belirsizleştirmeye başlarız.” Yani şimdi yaşadığıma göre ölmüyorum. Dolayısıyla psikolojik bir hamle yaparak, üstünü örterek o kesinliğin, fani olduğumuz kesinliğinin bir şekilde üstünü örtüyoruz. Bunun bir insan psikolojisi olduğunu kesinlikle bilmeliyiz.
İnsan, fanilikle nasıl yüzleşir?
Fanilik meselesinin daha derinlemesine incelenmesi lazım. Biraz önce ifade ettim. Sonlu olmak, bitimli olmak, hitâma ermek dedim. Fakat İslam düşüncesi sonlu olmayı, bitimli olmayı vücudi anlamda anlamıyor. Ne anlamda ifade ediyor? İradi anlamda. Biz bu dünyada bir şekilde varız ve bir şekilde de sonumuz olacak. Bu başlangıç ve son arasındaki ömrü genelde şöyle ifade ediyorlar: Ömür, bir ezan ile bir sela arasındaki mesafe. Burada varız. Fakat bu var olma tümüyle ortadan kalkmıyor. Çünkü fanilik sadece bu dünyadaki yaşamımıza ait bir hususiyettir. Kur’an’ın ifadesiyle ahiret hayatında varlık zaten devam ediyor. Fakat insan bu durumu dahi kabullenemiyor. O yüzden insanın fanilikle yüzleşmesi gerekiyor. Ne demek yüzleşmek? Eğer inanmıyorsa, yani faniliği bir hiçlik olarak anlıyorsa, “sadece bu dünya hayatı vardır” diyorsa… Kur’an-ı Kerim zaten inanmayanlara, “Hayır, bu dünyadan sonra da hayat olduğunu, ahiret hayatı olduğunu” meydan okurcasına ifade ediyor. Ama insanın varlık yapısı hiçlik sorunuyla karşılaştığında ya saçmalığa -işte Batı felsefesinde absürtizm dediğimiz- ya da hiçliğe, nihilizme doğru yol alıyor. Hayır, bunun yerine ölümden sonra hayatı kabul ettiğimiz andan itibaren fanilik aşılmış oluyor. Yani bizim ifademizle, dini bir ifadeyle fanilikten bakiliğe geçiyoruz, bekaya geçiyoruz. “50-60 sene bir ömrümüz var, sonra hiç olacağız” dediğimiz andan itibaren yani sadece bu dünya parantezi içinde, doğum ve ölüm parantezi içinde bir hayat, çoğumuzun kaldırabileceği bir hayat değildir. Çünkü fanilik meselesi aslında hayatın anlamı sorunu ile ahlaki eylemlerimizin değeri meselesiyle alakalıdır. Batı felsefelerinde ya da insanlık tarihi boyunca gördüğümüz hadise, bir hiçlik ya da bir saçmalık sorunuyla karşılaşıyoruz. Çünkü hayat, doğum ve ölüm paranteziyle bitecekse yapıp ettiklerimizin anlamı nedir sorusuna cevap bulamıyoruz.
Akibet konusu faniliğe bakışımızı sizce nasıl etkiliyor?
İki türlü söyleyebilirim. Bir kere tümüyle belirsizlik insanda bir korku üretiyor. Dolayısıyla ahiret hayatının belirsizliği zaten insanı bir şekilde korkutuyor. “İnanıyorum” diyen insanlar dahi bir şekilde oraya doğru bir havf dediğimiz, çünkü bizim inancımızda “beyne’l-havf ve’r-recâ” dediğimiz korkuyla umut arasında olma meselesi var. Âkıbetimizden emin olmama meselesi var. Dolayısıyla psikolojik anlamda belirsizlik bizi korkutuyor. İkincisi, ölümün ani gelmesi, hazırlıksız yakalanma dediğimiz... Çok güzel bir söz vardır: “Dünya fani, ölüm ani.” Dolayısıyla o hazırlıksızlığa yakalanma hususu bizi tedirgin etmektedir.
Oysa gerçekten faniliği hakiki anlamda kavradığımızda yani faniliğin sadece bu dünyada olduğunu anladığımızda, ondan sonra bir ebedi hayat olduğunu gerçekten kendimize kabul ettirdiğimizde bu sefer de sorun bu dünyayı nasıl yaşayacağımız meselesine dönüşüyor. Yani, evet herkes fani olduğunun bilincindedir, kesin olarak bilir. Fakat bu bilme, bu bilinç bu dünyadaki yaşayışımızı etkilediği oranda “fanilik bilinci” mevcuttur. Oysa mesela bugün modernliğin de etkisiyle hazlara dalmış insanların, yaşamın hızıyla yarışırcasına koşturan insanların, bu dünyanın gailesinin peşinden koşan insanların o fanilik bilincini hayata yansıtmaları da o oranda gecikmiş ya da zayıf oluyor. O yüzden de bence fanilik meselesi dönüp dolaşıyor bize nasıl yaşayacağımızı söylüyor. Çünkü fanilik elimizde tutabileceğimiz, ona müdahale edebileceğimiz bir sorun değildir. Fakat ona doğru olan insanın, yani faniliğe, sonluluğa, ölüme doğru olan insanın yaşayışına sahip çıkabilmesi ya da bizim kendi kültürümüzün ifadesiyle emaneti koruyabilmesi -çünkü hayat bize bir emanettir, bize verilmiş bir lütuftur, nimettir- bu emaneti, tabiri caizse gerçekten yerine getirebilecek bilinçte, nitelikte olması, ölüme doğru olan varlığın yapabileceği yegâne şeydir.
Dünyanın geçiciliği dünyanın kötü olması demek midir?
Hayır, değildir. Çünkü İslam düşüncesi vücudî fenayı kabul etmez, iradî fenayı kabul eder. Ne demek istedim? Bu dünya ve bu dünyanın içindekilerin hepsi gerçektir. Evet. Peki iradî fena ne demek? İrademizi Cenab-ı Hak’ın dışına bağladığımız zaman, heva ve hevese ya da nefsî olan arzulara bağladığımız zaman bu fenadır. Ahlaki anlamda da fenadır. Yoksa çocuk sahibi olmak, mülk sahibi olmak, makam sahibi olmak, bunların hepsi dünya içinde güzel şeylerdir. Fakat onu nasıl kullandığımız fenadır, gelip geçicidir. O yüzden de İslam düşüncesi faniliği, yaşadığımız hayatın geçiciliği anlamında değil, niyetimizin, irademizin ona yönelmişliği açısından anlar. O yüzden de elbette bu dünyada varsak, yaşıyorsak bu dünyadaki Cenab-ı Hak’ın nimetlerini elbette tutmaya çalışacağız, bir şekilde elde etmeye çalışacağız. Fakat bu nimetlerin kaynağını her daim hatırlayarak... Söz gelimi hayatımızın esas sahibi miyiz diye soru sorsam? Bu hayat bizim hayatımız mı? Hayır, değiliz. Emanet. O zaman emaneti tevdi edeceğimiz, aldığımız yere göre bir hayat sürmek. Aynı şekilde, bu hayat fanidir, gelip geçicidir. Fakat bu gelip geçiciliğe uygun yaşamak, bu yaşam konusunda da Cenab-ı Hak bize helalleri vermiş. Benim çokça sevdiğim bir husustur: Hakikaten bu dünyadaki helalleri sayamazsınız ama yasakları sayabilirsiniz ve iki elin parmağı kadar yasak yoktur. O yüzden de burada esas olan fanilik ya da fena dediğimiz hadisede zemmedilen, kötülenen, evet dünya fanidir, gelip geçicidir, fakat içinde yaşamayalım anlamında değildir. İrademizi dünyaya bağlı kılarak, heva ve hevese bağlı kılarak yaşamak fenadır, fanidir.
O halde ölüme yüklenen anlamı daha derinden düşünmek gerekecek, değil mi?
Eğer faniliği ya da ölüme doğru olmayı imkânların bitimi ya da imkânların yeniden açılması kabul edersek, gerçekten ölüm aslında bizim ne ile uğraştığımızı ya da neyin insanı olduğumuzu gösterecek bir kıvamdadır, göstergededir. Batılı bir düşünür diyor ki, “Yaşadığımız müddetçe hikâye tamamlanmaz.” Yani biz romanı yazıyoruz, yazıyoruz, yazıyoruz ama bitirmedikçe o romanın anlamı, nereden başlayıp nereye gittiği belli olmaz. Aslında bu dünyada da nasıl yaşıyorsak, zip dosyası ahiret hayatında da o şekilde açılacak. O yüzden de İslam düşüncesi hayat kelimesini küçük harfle söyler. Bu şunu ifade ediyor: Müslüman için ölüm yoktur. Müslüman için ölüm bir dünyadan öbür dünyaya bir geçişi ifade ediyor. O yüzden de bu dünya hayatındaki irademizi nereye bağlandığımız, var olmayı nasıl inşa ettiğimiz, teşkil ettiğimiz aslında öbür dünyaya nasıl hazırlandığımız ya da ölüme nasıl yolculuk yaptığımızı ifade eder. O yüzden de bugün modern insanın, biz de dahil olmak üzere, fanilik korkusu onun yerine ebediliği ya da dünya hayatında daima yaşayacağım, var olacağım hususiyeti aslında bir yanılsamadan ibarettir. Bunun yerine insanların o fanilikle yüzleşmesi gerekiyor.
Bu fanilik bize bu dünya hayatında yaptıklarımızın kalıcı olabilmesi için belli bir ölçüye göre davranmamız gerektiğini, asli olan ile arızi olan ya da esas değerler ile geçici değerler arasında bir seçim yapmak zorunda olduğumuzu gösteriyor. O yüzden de fanilik bilinci aslında insanın sahih insan olması, gerçekten insan olması için gereklidir. Fanilik bilinci bizi ne kılar? Bizi kendimiz kılar. Ne demek? Ee zaten öleceğiz. Yaygara yapmamızın, yalancı bir şekilde davranmamızın ya da sahte, gösterişli bir hayat yaşamamızın ne anlamı var ki? Eğer öleceksek, tırnak içinde, “adam gibi ölelim” ifadesiyle, kendimiz olmakla, her ne isek içimizi göstererek, ruhumuzu göstererek, şeffaf insan olmaya doğru yol alırız. O yüzden de fanilik korkulacak bir hususiyet değil bence, bizi hakiki kılacak bir insanlığa davet eden bir hususiyet.
Sonuçta, yapılacak somut şeyler adına neler söylenebilir?
İslam düşüncesi, Kur’an’ı eksen alırsak, öncelikle cehaletin ilme tebdil edilmesini, aynı şekilde gafletin zikre dönüşmesini, Cenab-ı Hakk’ın hatırlanmasını, zulmün nura çevrilmesini yani aydınlığa çevrilmesini, nankörlüğün ise şükre çevrilmesini ister, talep eder. Tasavvuf düşüncesi ise şöyle daha kolay formüle eder meseleyi: Eğer gerçekten Cenab-ı Hakk’ın iradesinde kaybolursak, baki olabilecek imkânları kazanırız. Cenab-ı Hakk’ın sözünü dinlersek, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) çizmiş olduğu yoldan gidersek zaten varlığımızın temelinin bize ait olmadığını, emanet edilen hususiyetin gerçekten neye matuf olduğunu anlamış olur ve bu şekilde yaşamaya gayret ederiz. Güzel bir ifade vardır: “Dünya fani kime kalmış hani?” derler ya. Kimseye kalmıyor bu dünya. O yüzden de gerçekten dürüst bir şekilde yaşamak bizim şiarımız olmalıdır.