21. Yüzyılda Çin Zulmü / Nureddin İzbasar

Doğu Türkistan’da Zulüm Bitmiyor…

Doğu Türkistan’daki sorunun temeli esasında 1759 senesi Çin’i yöneten Mançuların bölgeyi işgal etmesiyle başlıyor. Ancak bu işgali kabul etmeyen Doğu Türkistanlıların karşısında Çin merkezli yönetim bölgede tutunamıyor. Binlerce kez ayaklanma olmasına rağmen işgalcilerin ısrarla bölgeden çıkmaması çok sayıda kanlı muhaberelere neden oluyor. 1865 senesi Çin kuvvetlerinin tamamını Doğu Türkistan’dan atmayı başaran Yakup Han bölgede 15 yıl boyunca bağımsızlığını koruyabiliyor. Onun ölümü üzerine Çarlık Rusya’nın yardımını alan Çin kuvvetleri 1879 senesi Doğu Türkistan’ı yeniden işgal ediyor ve bu tarihten önce vassal bir yönetim olarak kendine bağlı kalmasını düşündüğü Doğu Türkistan’ın Çin sarayındaki etnik Han Çinlisi vezirlerin ısrarıyla Xinjiang eyaleti adı altında Çin’in bir eyaleti olarak ilan ediyor. “Xinjiang” kelimesi Çincede “yeni işgal edilmiş toprak” anlamına gelmektedir. 1933 senesi işgale son vermek için Doğu Türkistan’ın genelinde kurtuluş savaşı başlatılmıştır ve aynı yıl 12 Kasım tarihinde Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak bu cumhuriyet yine Ruslarla Çinliler arasındaki işbirliği sonucu yıkılmıştır. Aradan 11 sene geçtiğinde ise Kulca’da başlayan direniş hareketleri sonucu başarıya ulaşan Doğu Türkistan milli kuvvetleri 12 Kasım 1944’de Doğu Türkistan Cumhuriyetini kurmuştur. Bu cumhuriyet de Sovyetlerin Çin komünistleri ile anlaşması ve istihbarat operasyonları sonucu Çin’e bağlanmak zorunda bırakılmıştır. 

Burada Çinliler açısından çok önemli bir dönüm noktası vardır. Etnik Han Çinlileri Mançulardan miras olarak elde ettiği bu topraklarda 1949 senesine kadar hâkimiyetini tam olarak kuramamıştır. Halkı cahil bırakmak, Doğu Türkistan sınırlarını dünyaya kapatmak, geniş ispiyonlama ağı kurmak, sert cezalandırma ve idamlarla zorla baskı kurarak ayakta durabilmişlerdir. Sovyetlerin yardımı olmasa hiçbir şekilde Çin’in Doğu Türkistan’da tutunma şansları yoktu. Bunu iyice anlayan Çin komünistleri bölgeyi işgal ettiği anda ilk uygulama olarak Çin’den çok sayıda suçluyu ve sabıkası bulunan Çinlileri Doğu Türkistan’a getirip yerleştirmek olmuştur. Ayrıca yine Çin ordusuna bağlı yüzbinlerce askeri kalıcı olarak Bingtuan adı altında Doğu Türkistan’a iskân ettirmiştir. Çeşitli vaatlerle Doğu Türkistan’a giren Çin Komünist kuvvetleri 1955 senesi Doğu Türkistan’ın adını Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi olarak değiştirerek sözde özerk bölge ilan etmiştir. Ne var ki özerklik yasası dahi 1980’lerin sonuna kadar ortaya konmamıştır. Özerk bölge ilan edilmesine rağmen Çinliler eski Çin rejimlerinin geleneklerini devam ettirmiştir. İlk başta askerlerin tam olarak konuşlanmasına kadar olan birkaç yıl boyunca halkın gönlünü kazanma adı altından göstermelik de olsa bazı olumlu davranışlar sergilemiş olsa da özerk bölge ilan edildikten hemen sonra ilk önce Doğu Türkistan’daki medreseleri kapatmıştır. Ardından din adamları, zenginler, kanaat önderleri, milli ordu komutanları ve aydınları çeşitli töhmetlerle yok etmiştir. 1966-1976 arasında Kültür Devrimi adı altında Doğu Türkistan Türk İslam kültürü hedef alınmış, 10 yıl boyunca çok sayıda aydın ve ulema öldürülmüş, halk ise aç bırakılmış, çok sayıda insan kıtlık yüzünden hayatını kaybetmiştir. Ancak kıtlık dönemlerinde komünizmin eşit paylaşımı adı altında tüm üretim araçları, hayvanlar ve tahıllara el konulmuş, yiyecekler stoklarda çürümeye terk edilmiş, insanlar ise kıyıma uğratılmıştır. 1986 senesinden itibaren ise doğum kontrol yasası ilan edilerek Doğu Türkistanlıların nüfusunu azaltmak yasallaştırılmıştır. Buna karşılık her gün on binlerce Çinli Doğu Türkistan’a çeşitli teşvik paketleri ile yerleştirilmiştir. Anne karnından bebeklerin alınmasından, fazla çocuk sahibi olanlara ağır para cezası ve vatandaşlıktan çıkarma gibi çeşitli yöntemler en ağır biçimde uygulanmıştır.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de meydana gelen saldırı, dünyanın öbür ucunda Çin yönetimi tarafından Doğu Türkistan’daki tüm muhalif düşünce ve hareketleri sindirme konusunda fırsata dönüştürüldü. Tüm aykırı hareket ve düşünceler kolayca “terör” yaftası vurularak tasfiye edilmeye başlandı. ABD ve Batı ülkelerinin gündemi terörle meşgul iken, Çin Komünist Partisi yönetimi de hemen terör söylemini kullanmaya başladı ve yaptıkları sert bastırma politikalarını da Batı ülkeleri ve ABD’ye kabul ettirdi. Ancak kısa süre sonra azınlık haklarının ihlalleri, inanç özgürlüğündeki kısıtlamaların da terör bahanesiyle daha çok baskıya maruz kaldığını fark eden ülkeler Çin’in terörle mücadelesinin daha önce yaptığı baskı politikalarından bir başka adı olduğunun farkına varmıştı.

Bu dönemde Çin’in ayrımcı politikaları bir aşama daha yükselmiştir. Örneğin, Türkçe 2005 yılından itibaren üniversitelerde, 2007’den itibaren ise ilkokullarda eğitim dili olmaktan çıkartıldı. 2000 senesinden itibaren yüksek puanla mezun olan ortaokul öğrencileri Çin’in iç bölgelerindeki liselere götürülüp askeri disiplin içinde ve ana dillerinden mahrum olarak yetiştirilmeye başlandı. 2006 senesine kadar Doğu Türkistan’dan Çin’e götürülen toplam öğrenci sayısı 10 bini bulmuştur. 

2008 senesinde Pekin’de gerçekleşecek olan Olimpiyatların güvenliği bahanesiyle, bütün köy ve mahalleler dâhil olmak üzere Doğu Türkistan’ın güneyinde güvenlik kontrol noktaları artırıldı. İnsanların seyahat özgürlüğü büyük ölçüde kısıtlanırken, keyfi tutuklamalar arttı. Bu uygulamalar, bölgede güvenliği artırmak şöyle dursun, daha kırılgan bir hale dönüştürdü ve şiddet olayları artmaya devam etti. 

Bütün bunlar Doğu Türkistan’ın genelinde çok büyük bir rahatsızlık yaratmasına rağmen, Çinliler ailelere ağır baskı kurarak, köylüleri tehdit ederek gençleri işçi olarak götürmeye devam ettiler. Ayrıca götürülen fabrikalarda koşulların kötü olması, fabrika sahibi Çinliler tarafından Türk kızların fuhuşa zorlanması, fabrika çalışanlarından Çinli erkeklerin Türk kızlarına uygunsuz davranmaları ve sürekli cinsel tacizde bulunması nedeniyle bu konuda rahatsızlıklar sürekli konuşulmaya başlanmıştı. 26 Haziran 2009’da Çin’in Guangdong Eyaletine bağlı Shaoguan kasabasındaki bir oyuncak fabrikasında çalışan Doğu Türkistanlı gençlerin kaldığı lojmana Çinli işçiler gece baskını yaparak çok sayıda Doğu Türkistanlının ölmesine ve yaralanmasına neden oldu. Bu oyuncak fabrikasında yaklaşık 800 kadar Doğu Türkistanlı çalışmakta idi. Bu olaya fabrikada çalışan çok sayıda etnik Han Çinlisi ve fabrika dışından çok sayıda Çinli mafya da katıldı. Fabrika tam bir katliam alanına dönüştü. Ancak Çin Komünist Partisi olaydan sonra sorumluları cezalandırmak ve adil yargılamak yerine yine Uygur Türklerini suçlayan propagandalara devam etti. Olayın acısı daha dinmeden Doğu Türkistan’ın Urumçi şehrinde çoğu üniversite öğrencisi gençler sosyal medyada örgütlenerek olayda vefat edenlerin haklarının korunması, insanların zorla Çin’e götürülmemesi, artan baskı ve ayrımcılık politikalarından vazgeçilmesini talep ederek sokaklara döküldü.

Protestoların büyümesi üzerine önceden hazırlık yapan Çin ajanları olayı provoke etmeye başladı ve ardından Çin polisinin sert müdahalesi olayları çatışmaya dönüştürdü. Havanın kararmasıyla polis özel kuvvetleri protestocuları gördükleri her sokakta sıkıştırıp infaz etmeye başladı. O günden itibaren Doğu Türkistan’da 6 ay boyunca internet erişimi kapatılmış, tutuklamalar başlamış ve 7 Temmuz’dan itibaren Urumçi’de yaşayan sivil kıyafetli Çinli milisler intikam için adeta Müslüman Türk avına çıkmıştır. Çin polisi, Han Çinlilerine hiçbir müdahale etmediği gibi, bazı videolarda Çin askerlerinin milislere kesici aletler ve sopalar dağıttığı ortaya çıkmıştır.

Çin resmi haber ajansına göre çıkan çatışmada 137’si Han, 46’sı Uygur Türkü, 1’i Hui olmak üzere 184 kişi hayatını kaybetmiş, 1.680 kişi yaralanmış, 1.434 kişi tutuklanmıştır. Ancak Dünya Uygur Kongresinin yaptığı açıklamada en az 1000 Uygur Türkünün öldürüldüğü hatta bu rakamın 3 bini bulabileceği bildirilmiştir.

Doğu Türkistan’ın; Tüm Maddi Kaynakları Gaspediliyor 

Çinliler tarih boyunca iç kargaşalarını en sert biçimde bastırmış, hâkim olduğu yerlerde her türlü katliamı ve yok etmeyi meşru kılan düşünce yapısıyla yönetilmiştir. Çin Komünist yönetimi Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra da Doğu Türkistan meselesini Çin’in iç meselesi olarak göstererek uluslararası baskılardan kurtulmayı hedeflemiş ve Doğu Türkistan yalnızlığa terk edildiği zaman sürekli olarak en ağır baskı ve zulümlere maruz kalmıştır. Çin’in Doğu Türkistan’ın içinde yürüttüğü politika ise “bizde insan çok, bize insan lazım değil toprak ve zenginlikler lazım” mantığındadır. O yüzden Doğu Türkistan’daki doğal zenginlikleri tam bir sömürgeci mantığıyla, en ilkel şartlarda dahi olsa doğaya verilebilecek her türlü zararları gözetmeksizin Çin’e taşımaktadır. Doğu Türkistan’da Tarım Havzası ve Cungarya Havzası en büyük petrol yataklarının bulunduğu alanlardır. Ayrıca doğal gaz rezervi ve diğer maden türleri açısından da Doğu Türkistan çok büyük potansiyele sahiptir.

Doğu Türkistan’da şimdiye kadar tespit edilen maden türü 138 olup, Çin’in genelinde 171 tür vardır ki, Doğu Türkistan’daki maden türü Çin’deki maden türünün %78’ini oluşturmaktadır. Kullanılan madenler ise Çin’in %85’ini teşkil etmektedir. Rezerve bakımından çok zengin olan madenler krom, tuz, demir, taş pamuğu, mangan, bakır, silisyum, kurşun, pırlanta, altın, gümüş, kömür ve uranyumdur. Bunların çoğu Çin’in iç bölgelerinde bulunmayan madenlerdir. Bütün madenler Doğu Türkistan’dan çıkartılıp kullanılabilir hammadde haline dönüştürüldükten sonra Çin’in iç bölgelerindeki fabrikalara taşınmaktadır. Madenlerin çıkartılması ve işlenmesinde ise yerli halka hiçbir şekilde izin verilmemektedir.

2015 senesinin verilerine göre Doğu Türkistan’daki dört büyük petrol havzasından toplam 27 milyon 880 bin ton ham petrol Çin’in iç bölgesine taşınmıştır. 2020 senesinde ise Çinliler bu miktarı petrolde 29 milyon tona, doğal gazda ise 36 milyar metre küpe ulaştırmayı planlamaktadır. Çin’in yıllık petrol istihsalinin %60’ından fazlası Doğu Türkistan’dan çıkartılmaktadır. Sovyet Rusya 18 milyon ton petrol istihsal ettiği Azerbaycan’da hiç olmazsa halkın ihtiyaçları kadar bir petrolü Azerbaycan Türklerine bırakmıştı. Rusların bu tutumu hatırlanacak olursa, Çinlilerin Ruslara göre daha büyük bir sömürge idaresi uyguladığı ve Doğu Türkistan’dan çıkarılan bu petrolün yüzde yüzünün Çinlilerce kullanıldığı ortaya çıkmaktadır.

Enerji kaynakları açısından çok zengin olan Doğu Türkistan’da jeolojik uzmanların verdiği bilgilere göre toplam 60 milyar ton petrol rezervi bulunmaktadır. Bu petroller her gün trenle Çin’in iç bölgelerine taşınırken doğal gaz ise toplam 7378 km uzunluğundaki üç büyük boru hattıyla Shanghai, Fujian, Guangzhou bölgesine her sene 30 milyar metre küp miktarında taşınmaktadır. Çinliler bu boru hattının sayısının beşe yükseltilmesini planlamaktadır. Doğu Türkistan’da çıkartılan bu petrol hiçbir şekilde bölgenin kalkınması için dahi harcanmamakta, bunları dile getiren yerli “halk vekilleri” ise tutuklanmaktadır.

2017 senesinden önce Çin Komünist Partisi tarafından bölgede uygulanan o kadar baskı ve sömürü politikalarına rağmen Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin çoğu çiftçilik ile uğraşarak hayatlarını idame ettirirken, şehir ahalisinin çoğu da esnaflık ve küçük işletmeler kurarak hayatlarını sürdürürdü. Kazak ve Kırgız Türkleri de Çinliler tarafından yerleşik hayata zorlanırken belli sayıdaki kabileler göçebe olarak hayvancılık yapıyorlardı. Ekonomik ve finansal kısıtlamalardan dolayı çok az sayıda markalaşan yerli firmalar ortaya çıkmıştı. Ancak markalaşan bu firmaların hemen hemen hepsi Doğu Türkistanlıların yemek kültürüne hitap ediyordu. Kaşgar ve Hotan bölgeleri nüfus yoğunluğuna nazaran ekilebilir arazi açısından çok fazla değildi. Ekilebilir arazilerin de çoğu Bingtuan tarafından ele geçirildiği için köylerde aileler karınlarını doyurabilecek kadar ekin yapabilir ve tarım arazisinin fazla olduğu Aksu, Kuça, Karaşehir ve Cungarya havzasına mevsimlik işçi olarak gelirlerdi. Kazak ve Kırgız Türklerinin sahip olduğu yaylalar zorla Çinliler tarafından alınarak tarlalara dönüştürülmüştü ve onlar da besicilik ve esnaflık yapmaya, Çinlilerin asgari ücretli ödeme sistemine sokularak işsiz kaldılar. Turfan havzası ise kuruyemiş özellikle üzüm üretiminde ön plandaydı, ancak Türklerin markalaşması ve şehirlerarası ticaretin engellenmesi, özellikle Çin’in iç bölgesine götürüp satmaları engellendiği için sadece üretim yapıyordu ve Çinlilerin belirlediği fiyatlardan satmak zorunda kalıyordu. Çinliler ise aldığı fiyatın birkaç katı fahiş fiyatlarla Çin’in genelinde pazarlıyordu. Pamuk üretimi yapan Uygur Türkü çiftçilerin de pamukları Bingtuan’in belirlediği fiyatın üstünde olmamak kaydıyla ürettiği bölgelerdeki Çin fabrikalarına belirlenmiş fiyatta satıyordu. Ayrıca buğday ve tahılda elde edilen mahsulün dönem başında belirlenen miktarda piyasa fiyatının altında devlete satmak zorunluluğu vardı. Çin dünyanın en büyük pamuk üreticisidir ve Doğu Türkistan Çin’in toplam pamuk üretiminin %84’ünü teşkil etmektedir. Ancak Çinliler Doğu Türkistanlıların zengin olmasına hiçbir şekilde izin vermemektedir.

Doğu Türkistan’da Nüfus ve Kültür Katliamı / Cinayet, Kısırlaştırma ve Tecavüzler

1949 senesi Doğu Türkistan topraklarına ayak basan Komünist Çin yönetimi, girer girmez uyguladığı politika Doğu Türkistan halkının kültürünü yok etmek, bölgedeki Müslüman Türkleri özellikle de Türkleri Çinlileştirmek olmuştur. Çinlilerin 1947 senesi yaptığı nüfus sayımının “Central Asian Review” tarafından 1957 senesindeki neşrine göre 1947 senesi Doğu Türkistan’ın nüfusu 6,5-7 milyon civarındadır. Ancak 1953 senesi Çinlilerin resmi makamlarınca açıklanan bilgide ise Doğu Türkistan nüfusu 3.640.000 olarak gösterilmektedir. Çinlilerin Doğu Türkistan nüfusunu yarı yarıya gösterme geleneği günümüze kadar devam etmektedir. Bunun amacı ise bölgenin yerli halkına kendilerini küçümsetmek, moral üstünlüğü vermemek ve uluslararası kamuoyunda itibarsızlaştırarak bölgenin nüfusça çok az ve bölgede yaşayan Türklerin de sayıca çok az olduğunu göstermektir. Bu aslında bölge halkının hafızasında çok etkili olmuştur. 1940 senesindeki yabancı ülkeden gelen araştırmacıların verilerine göre Doğu Türkistan’ın nüfusu 7 ile 8 milyon civarında görülmekte olup bunların çoğu Uygur Türkleridir. Ancak Çin yönetiminin 2010 senesindeki resmi açıklamasında Uygur Türklerinin nüfusu 10.069.346 olarak gösterilmiştir. 2015 rakamlarına göre, Uygur Türklerinin resmi nüfusu 11.303.300 olarak verilirken, etnik Han Çinli rakamı 8.601.000 olarak ilan edilmiştir. Ancak etnik Han Çinlilerinin 1949 senesi işgal sırasındaki nüfusu 300.000 civarındadır ve çoğu da askerdir. 

Kültürel alanda Çinliler Doğu Türkistan’ı daha iyi sömürmek ve halkın bu sömürü faaliyetlerine ilgisiz kalmasını sağlamak için, özellikle de halkı dinlerinden uzaklaştırmak için halk sanatları adı altında bütün Çin’de ve Doğu Türkistan’da Uygur Türklerinin gün boyu dans edip şarkı söyleyen, eğlenceyi seven bir halk olduğu propagandasını yürütmektedir. Halk sanatçısı adı altında topladığı gençleri sokaklarda dans ettirip dolaştırarak halkın dikkatini ve zihnini farklı yöne dağıtmaktadır. Bütün medya ve diğer araçlar da halen var gücüyle bu propagandayı yapmaya devam ettirmektedir. Köylerde ve şehirlerde her gün insanları zorla dans ettirmektedir. Geleneksek Türk giysilerini yasaklayarak başı açık ve mini etek giymeye teşvik etmektedir. Uymayanları ise direkt cezaevine göndermektedir.

Okullarda anaokuldan itibaren ateizm eğitimi başlatılıyor, bütün ders kitaplarında dinsizlik eğitimi yapılıyor ve öğrencilerin her türlü dini ibadetlerle meşgul olması durumunda ebeveynleri ağır cezalara çarptırılıyor. 1949’dan bu yana Uygur Türklerini üç kere harf değişikliği yapmaya mecbur etmişlerdir. Televizyon, radyo ve gazeteler dâhil olmak üzere İslam dinine karşı sürekli yayınlar yapılarak Türkleri tarihsel bağlarından kopartmaya çalışıyor. Uygur Türkleri haricindeki yerli kavimlere daha iyi davranarak aralarındaki farkı büyütmeye ve suni farklılıklar yaratmaya çalışan Çin yönetimi, 2017 senesi Nisan ayından itibaren Kazak Türklerini baskı politikasının altına almıştır. Şu an hiçbir ayrım yapılmaksızın Türk kökenli bütün insanlar Nazi kampına gönderilmekte, fiziki ve psikolojik ve biyolojik baskıya maruz kalmaktadır. Doğu Türkistan Türklerinin Türk olmadığını, sadece Türkçe konuşan farklı etnik grupların oluşumundan meydana gelen Çin kökenli kavimler olduğu mecburi bir şekilde insanların beyinlerine yerleştirilmeye çalışılmaktadır. 2000 senesinden itibaren üniversitelerde, 2007 senesinden itibaren ise ilkokullarda Türkçe eğitimi tamamıyla kaldırarak okul öncesi çocukları zorla Çince kreşlere toplayarak Türkçeyi tamamıyla yok etmek Çinlilerin uyguladığı en büyük kültürel asimile uygulamasıdır. Doğu Türkistan’da her çeşit dinî ibadetler ve cami inşaatı yasaklanmışken, Çinlilerin put tapınakları heybetli ve gösterişli olarak yapılmaktadır. Türklerin Çinlilerle evlenmeye zorlanması, Türk gençlerinin özellikle de evlenmemiş kızların Çin’in iç bölgesine çalışma adı altında götürülerek bizzat Çin kültürünün içinde erimeye ve oraya yerleşmeye mecbur kılınması da bir diğer önemli sömürge politikasıdır. Anne babaları cezalandırma kamplarına gönderilen çocukların akrabaları ya da herhangi bir Türk tarafından sahiplenilmesi bir suç olarak algılanırken, öksüz kalan çocuklar için özel olarak kurulan yetimhanelerde toplanan Türk çocukları Çinli özel görevlilerce tamamen Çince ve Çin kültürü çerçevesinde hayatlarını sürdürmeye zorlanmaktadır.

Ayrıca 2016 senesinden itibaren Çinliler, Doğu Türkistanlıların aile yapısına müdahale etmeye başlamıştır. Önce ailelere Çinli memurları yerleştirerek aile bireylerinin fişlenmesini, ardından çoğu erkeği toplama kampına alıp Türk kadınları zorla Çinli erkeklerle evlendirmektedir. 2017 senesinden bu yana en az 3 milyon insan yaklaşık 1200 civarındaki ağır işkence ve öldürme merkezleri olan toplama kamplarına alınırken, yaklaşık 2,5 milyon çocuk anne babalarından ayrı kalmıştır. Aileden herhangi biri toplama kampına alındığı takdirde çocukların tamamı Çinliler tarafında alınarak yetimhanelere ve çocuk toplama kamplarına götürülmektedir. Toplama kamplarında insanlar ağır işkenceler altında Müslümanlığı terk etmeye, milli kültüründen vaz geçmeye, domuz eti yemeye zorlanmaktadır. Direnenler ve istekleri yerine getirmeyenler öldürülmektedir. Toplama kampındaki ağır işkenceler sonucu binlerce insan hayatını kaybetmiş ve kampa giren herkes eski sağlığına kavuşamayacak şekilde fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalmıştır. Kadınlar toplama kampına alınırken şayet hamileyse karnındaki bebeği öldürülerek kampa alınmaktadır. Ayrıca kampa alınan kadınların tamamı kısırlaştırılırken, kamp görevlisi Çinli gardiyanlar ve askerler tarafından sürekli tecavüze uğramaktadır. İntihar etmenin dahi mümkün olmadığı kamplarda kadınlara topluca tecavüz edilirken geride kalan Doğu Türkistanlı kadınlar ve erkekler bu tecavüz sahnesini izlemek zorundadır. Bu tecavüz sırasında yüz ifadesinde en ufak bir üzüntü belirtisi veya herhangi bir memnuniyetsizlik fark ettiği an o kişiyi en ağır işkenceyle öldürmektedir. Edinilen en son bilgilere göre en az 350 bin Türk kadın artık bir daha doğum yapamaz hale getirilmiştir. Ayrıca toplama kamplarındaki insanların vücudu sürekli taranarak çeşitli biyolojik deneylere maruz kalınmaktadır. Kamptaki şahitlere göre kadınlar ve erkekler sürekli olarak görevliler tarafından verilen çeşitli hapları almak zorundadır. Sağlıklı vücutlar tespit edilerek senede yüz binin üzerinde Doğu Türkistanlının organları Çin’in iç ve dış organ pazarlarında pazarlanmaktadır. Çin’in sadece Doğu Türkistanlıların organlarını satarak elde ettiği para yıllık birkaç milyar doları bulmaktadır. Toplama kampından geri kalanlar ise sürekli zorunlu çalışmalara mecbur bırakılırken, korona virüs salgınından sonra yine geniş çapta Çin’in iç bölgesindeki fabrikalara götürülmektedir. 2020 senesi ocak ayından bu yana en az 1 milyon Doğu Türkistanlının Çin’e götürüldüğü kaydedilmektedir. Götürülen bu insanlar bazı uluslararası markalar da dâhil olmak üzere anakara Çin’deki birçok fabrikalarda köle işçi olarak çalıştırılmaktadır.

Doğu Türkistanlıları her türlü yollarla yok ederken, Doğu Türkistan’ın kadim tarihlerinin simgeleri olan mimari yapıları, Türk kültürünün yoğunlukla yaşandığı mahalleleri, eski cami ve medreseleri ve hatta mezarları dahi yok eden Çinliler, Doğu Türkistan’da 2018 yılının sonuna kadar bir yıl içinde yaklaşık 1500 camiyi yıkmıştır. Kabristanlık alanlar dümdüz edilirken, cenaze namazının dahi kılınmasına izin vermemektedir. 

Sonuç olarak Çin hükümeti mevcut tarih tezinde Doğu Türkistan’ı ezelden beri Çin’in bir parçası olarak göstermektedir. Ancak Çinliler onlarca nükleer denemeleri Doğu Türkistan’da yaparak doğaya geri dönüşümü mümkün olmayan zararları verirken bölgede çok sayıda insan sağlığını kaybetmiştir. Sanayi üretimi ve doğal zenginliklerinin işletilmesinde de Doğu Türkistan’ı hunharca gasp ederek, bölgeyi sanayi çöplüğüne dönüştürmüştür. Yayla ve ormanlık alanlarından tarım alanlarına kadar ekonomik gelir dışında herhangi bir kaygıları olmamıştır. Doğaya zarar verilecek her ne varsa onu Doğu Türkistan topraklarında yaparak bölgenin açık bir şekilde kendileri için sömürü ve deney alanı olduğunu belli etmiştir. Doğu Türkistan’ın tarihini ve kültürünü her yönden araştırarak bölgeyi kalıcı Çin toprağı yapmak ve Çinlileştirmek için 1949 senesinden bu yana hiç durmadan sistematik çaba içine girmiştir. Ülkesinin zayıf, fakir olduğu dönemlerde biraz daha yumuşak söylemlerle idare etmeye çalışırken güç kazandıkça daha sert, daha baskıcı ve ayrıştırıcı ifadeler kullanmaya başlamıştır. Doğu Türkistanlıların dünya ile olan irtibatını maksimum düzeyde kısıtlayarak bütün çevre ülkeleri kıskaç altına almıştır. Türk-İslam dünyası ile olan bütün tarihi bağlarını koparmak isteyen Çin Komünist Partisi, Uygur Türklerinin yazı kültüründen, düşünce ve fikir yapısına kadar müdahale etmektedir. Uygur Türklerine yapay bir etnik kimlik benimseterek psikolojik olarak yalnızlaştırmaya ve tarihsel zihinlerini sığlaştırmaya çalışmıştır. Şehirde Çinlilerin yaşadığı bölgeler ile yerli Türk halklarının yaşadığı bölgeler arasındaki fark çıplak gözle görülebilir düzeydedir ki, sosyal eşitsizlik ve milli ayrımcılık her adımda göze çarpacaktır. Türklerin zengin olmasına, dünyaya açılıp ticaret yapmasına kesinlikle izin verilmemiştir. En doğal hakkı olan seyahat özgürlüğünü dahi kısıtlayarak yurt dışı seyahati bir yana Çin’e gittiklerinde bile otellere alınmamaktadır. Doğum kontrol yasası ile yıllardır Türklere adı konmamış soykırım uygularken etnik Han Çinlilerinin bölgeyi istila etmesi için devletin tüm imkânları kullanılmıştır. Doğu Türkistanlıların barışseverliğinden, insani duygularından dolayı verdikleri bütün tavizleri onların aleyhine kullanarak son yıllarda en hassas noktalar olan aile mahremiyeti ve dinî inançlarına kadar tecavüzde bulundular. En az 3 milyon Türk’ü esir kamplarına alarak çağ dışı, insanlık dışı ve yasa dışı devlet terörü uygulamaktadır. Kamplarda işkence, tecavüz, psikolojik şiddet, tıbbi deney, zorla çalıştırma, organ hırsızlığı ve dahi adını bilmediğimiz her türlü muameleyi Türklere reva görmektedir. Kendi anayasası başta olmak üzere uluslararası kanunları ve anlaşmaları çiğneyerek 21. yüzyılın en büyük suçunu işlemektedir. Doğu Türkistan’ın milli kültürünü ve onun en önemli simgeleri olan mimari yapılarını, tarihî cami ve medreselerini, büyük devlet adamlarının türbelerini ve hatta köy evlerini yıkarak mezarlıkları bile görmek istememektedir. Irkçılık ve faşizmin en yeni teknolojik imkânlarla uygulandığı bölge olan Çin’in insafına bırakılmıştır. Tarih boyunca Türk kültürünün en önemli merkezinden biri olan Doğu Türkistan’da Türkler istenmemektedir ve bu, dünyanın gözü önünde gösterişle yapılmaktadır. Modern çağın en büyük sömürge ülkesi olmak için çabalayan Çin yönetiminin yumuşak ipekleri ve tatlı sözleri tüm dünyayı dilsiz şeytana dönüştürmüştür. Doğu Türkistanlılar tarih boyunca Çin’e direnmiş, herkes sırtını dönerken Allah’a olan güvencini kaybetmemiş ve Müslüman kardeşlerinin ve soydaşlarının yardım ellerini beklemektedir.