Şefaat Haktır ve İcma İle Sabittir

Dinî bir terim olarak şefaat, umumiyetle “kıyamet gününde” kendilerine izin verilenlerin suçların bağışlanması talebinde bulunmaları veya azabı hak etmiş müminlerden cehenneme girmemeleri veya cehenneme girdikten sonra çıkarılıp cennete konulmaları için aracı olma mânâsında kullanılır. Türkçemizde bu anlamı karşılayan kelime “aracılıktır.” Aracılık sadece ahiret işlerinde değil dünya işlerinde de başa gelen, insan hayatının gerçeklerinden olan bir eylemdir. Bu anlamda dünya ve ahiret işlerinde iyi şeylere aracı olmayı İslam güzel görmüş, tasdik ve teşvik etmiştir. Kötü işlere aracılığı ise yasaklamıştır. Dünyadaki aracılığa benzer bir durumun ahirette de caiz olduğuna dair Ehl-i Sünnet uleması hem fikirdir. Bu konuda icma vardır. Mutezile ve Hariciyye mezhebinden âlimler bunu reddetmişlerdir. Şefaatin hak olduğuna dair hem yeter sayıda açık ayet hem de mütevatir derecesinde sahih hadis vardır. Ehl-i Sünnet’in karşısında olmayı bir marifet sayan bazı gruplar arasında “pirim” yapıp adamdan sayılan kişilik fukarası bazı ulema takımı, bunların reddi için adeta savaşsa da ayet ve hadisler o kadar açıktır ki bunu tartışmak ancak bir akıl ve idrak sorunu olabilir.  Şefaati ve daha buna benzer birçok önemli konuyu Ehl-i Sünnet ulemasının görüşlerine rağmen inkâr etmeyi kendine iş edinmiş ve ancak böyle var olabilen ve bu konuda kendini doğrulamak için gerekirse hiç çekinmeden kolayca yalan söyleyebilen insanların etiketleri halkımızı aldatmamalı. İnternet ortamlarında dolaşan videolara bakın, birisi diyor ki: “Şefaat hakkında bırak sahih hadisi, bir tane uydurma hadis bile yoktur. Varsa getirin!” Tamam, getirirsem o kişi bozuk itikadından vazgeçecek mi? Eğer yüzü kızaracaksa uydurma değil en sahih olanından yani mütevatir hadislerden aşağıda sayacağım. Yalnız biliyorum ki bu gerçekleri duymak bu ön yargılı kişileri utandırmayacak, saplantılarından da vazgeçirmeyecektir. Ama hiç olmazsa halkımız bu insanlara karşı dikkatli olsun, bu insanları tanısın ve asla Ehl-i Sünnet’ten taviz vermesinler diye bu makaleyi yazmak gereği hissettim…

 A) Şefaatle İlgili Hadisler

- Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: “(Bir gün), ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet günü bana şefaat edin!” dedim. 

“İnşallah yapacağım!” buyurdular. Ben tekrar: 

“Sizi nerede arayıp bulayım?” dedim. 

“Beni ilk aradığın zaman Sırat üzerinde ara!” buyurdular. 

“Size (orada) rastlayamazsam?” dedim. 

“Mizan’ın yanında beni ara!” buyurdular. 

“Orada da size rastlayamazsam?” dedim. 

“Öyleyse beni Havz’ın yanında ara! Zira ben üç mevkinin dışına çıkmam!” buyurdular. (Tirmizi, Kıyamet 10)  

- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatü vesselam buyurdular ki: “Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail olacaktır.” (Buhari, Da’avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334; Muvatta, Kur’an 26; Tirmizi, Da’avat 141) 

Hz. Cabir radiyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatü vesselam buyurdular ki: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.” 

(Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: Hz. Cabir radiyallahu anh dedi ki: “Kebair -büyük günah- ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!”)

(Tirmizi, Kıyamet 12; Ebu Davud, Sünnet 23; İbni Mace, zühd 37)  

 - Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatü vesselam buyurdular ki: 

Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem’e (aleyhisselam) gelip: “Evlatlarına şefaat et!” diye talepte bulunacaklar. O ise: 

“Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim’e (aleyhisselam) gidin! Çünkü o Halilullah’tır” diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e gidecekler. Ancak o da: 

“Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa’ya gidin. Çünkü o Ruhullah’tır ve onun kelamıdır!” diyecek. Bunun üzerine ona gidecekler. O da: 

“Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed’e (aleyhissalatü vesselam) gidin!” diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: 

“Ben şefaate yetkiliyim!” diyeceğim. Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup Allah’ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medhü senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rab Teala: 

“Ey Muhammed, başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!” buyuracak. Ben de: 

“Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!” diyeceğim. Rab Teala: “(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa tanesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!” diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp önceki hamdü senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: “Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine: 

“Git ve kimlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!” denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: 

“Başını kaldır!” denilecek. Ben de kaldırıp: 

“Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!” diyeceğim. Bana yine: 

“Git ve kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!” denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamdü senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: “Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!” denilecek. Ben de: “Ey Rabbim! Bana La ilahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!” diyeceğim. Rab Teala: 

“Bu hususta yetkin yok! (Bu hususta sana izin yok!) Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için La ilahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!” buyuracak.”  (Buhari, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322) 

- Yezid İbni Suheyb el-Fakir anlatıyor: “Haricilerin görüşlerinden biri içime işlemişti. Haccetmek, sonra da (propaganda yapmak üzere) insanların karşısına çıkmak arzusuyla, kalabalık bir grup içerisinde yola çıktık. Medine’ye uğradık. Orada Cabir İbni Abdullah radiyallahu anh, insanlara hadis rivayet ediyordu. Bir ara cehennemlikleri zikretti. Ben: Ey Resûlullah’ın arkadaşı! Sen ne konuşuyorsun? Hâlbuki Allah Teala Hazretleri: “(Ey Rabbim!) Ateşe kimi atarsan mutlaka onu rezil edersin...” (Âl-i İmrân, 3/192); “...Ateşten her çıkmak isteyişlerinde oraya geri çevrilirler...” (Secde, 32/20) buyurmaktadır dedim. Hz. Cabir: 

“Sen Kur’an’ı okuyor musun?” dedi. Ben de: 

“Evet!” dedim. 

“Öyleyse onun evvelini oku! Çünkü o, küffar hakkındadır!” dedi ve sonra ilave etti: 

“Sen, Allah’ın Muhammed aleyhissalatü vesselam’ı dirilteceği Makam- Mahmud’u işittin mi?” 

“Evet!” dedim. Dedi ki: 

“O, Muhammed aleyhissalatü vesselama mahsus Mahmud makamıdır. Allah Teala Hazretleri o makamın hatırına, cehennemden çıkaracaklarını çıkarır!” 

(Hz. Cabir) sonra,  Sırat köprüsünün konuluşunu ve üzerinden insanların geçişini tavsif etti. Biz: 

“Bu ihtiyarın, aleyhissalatü vesselam hakkında yalan söyleyeceğini mi zannedersiniz?” dedik ve Haricilikten rücu ettik. Hayır! Vallahi bizden bir kişiden başka, Haricilikte kalan olmadı .” (Müslim, İman 320)

 - Ebu Sa’id radiyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatü vesselam buyurdular ki: 

“Ümmetimden (alim, şehit, salih) bazıları var ki bir (çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var ki bir kabileye şefaat eder, bazıları var ki bir bölüğe şefaat eder, bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizi, Kıyamet 11) 

 - Rezin şunu ilave etmiştir: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona: 

“Benim için şefaat etmeyecek misin?” der. Adam: 

“Sen de kimsin?” diye sorunca: 

“Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?” der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider.” (Tirmizi, Kıyamet 11)

- Yine Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah’a (aleyhissalatü vesselam): “...Ümit edebilirsin, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud’a gönderecektir.” (İsra, 17/79) ayetinde zikredilen Makam-ı Mahmud’dan sual edildi. Resûlullah (aleyhissalatü vesselam): “Bu şefaat’tir” diye cevap verdi. (Tirmizi, Tefsir, İsra) 

- İbni Ömer (radiyallahu anhuma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: “İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacak. Her ümmet kendi peygamberini takip edip; ‘Ey falan! Bize şefaat et, ey falan bize şefaat et!’ diyecek. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur.” (Buhari, Tefsir, Benu İsrail, 11, Zekat 52)

B) Şefaatle İlgili Ayetler ve Sınıflandırılması 

Şefaat hakkında doğru düşünceye ulaşabilmek ve orta yolu bulabilmek için Kur’an’da geçen şefaatle ilgili ayetler iyi incelenmelidir.  Bu inceleme yapılırsa görülecektir ki şefaatle ilgili ayetlerin üç kategoride değerlendirilmesi gerekir. 

1- Putların şefaatini reddeden ayetler.

2- Allah’ın izniyle şefaatin olabileceğini belirten ayetler.

3- Kâfirlere şefaati kabul etmeyen ayetler.   

1. Putların Şefaatini Reddeden Ayetler 

O dönemde yaşayan müşrik toplumlar, Allah ile aralarına putları aracı koyup ibadet ediyor ve böylece aslında Allah’a ibadet ettiklerini söylüyorlardı. İşte bu ibadet şeklini yani putları aracı yaparak ibadet yapılmasını şiddetle eleştiren ayetler birinci kategorideki ayetlerdir. 

“Yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler. De ki: Hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçi/aracı edineceksiniz?)” (Zümer, 39/43)

Kur’an tevhid ilkesine çok önem vermiş, tevhidi bozacak her türlü inanç ve eylemi şiddetle yasaklamıştır. Bunun şirk olduğunu hatırlatmış ve zihinlerde güçlü ve sağlam bir tevhid akidesini yerleştirmeye önem vermiştir. Şu bir gerçek ki her konuda olduğu gibi şefaat konusunda da tevhid ilkesinden asla taviz verilmemelidir. Şefaate karşı çıkanlar bu ilkeye zarar gelecek düşüncesiyle itidali elden kaybederek tamamen şefaati yasaklamışlardır ki bu kraldan çok kralcı olmak demektir. Allahu Teala Kur’an’da böyle katı bir tutum sergilemiyor ama dikkatli olunması için uyarıyor. 

2. Şefaatin Olacağını Gösteren Ayetler 

 İslam öncesi Arap toplumlarının inancında veya Ehl-i Kitab’ın inançları arasında da şefaat inancı vardı ama bu şefaat inancında Allah’ın izni gündem edilmiyor, böyle bir zorunluluktan bahsedilmiyordu. Şefaatçilere tanrılık vasfı yakıştırılıyor, bu konuda tam bir yetki veriliyordu. Bu düşüncelerin şeytani bir aldatmaca olduğunu, hiçbir doğruluk tarafının bulunmadığını ayetlerle Rabbimiz haber vermiş ve bu konuda sınırların aşılmasına müsaade etmemiştir. Ama şefaati tamamen reddetmemiş, yalanlamamış, bunun ancak Allah’ın izni ile gerçekleşebileceğini hatırlatmıştır. 

“O’nun huzurunda, kendisine izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez...” (Sebe, 34/23)

“O gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğunun dışındakilere şefaat fayda vermez.” (Tâ hâ, 20/109)

“Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve razı olduğu kimselere yarar sağlar.” (Necm, 53/26)  

“...Onlar, Allah’ın rıza gösterdiğinden başkasına şefaat etmezler...” (Enbiya, 21/28)

3. İnkârcılar İçin Şefaatin Olmadığını Bildiren Ayetler

Şefaatle ilgili Kur’an ayetlerine ve hadis rivayetlerine bir bütün olarak baktığımızda, şefaatin her insan ve her suç için söz konusu olmadığını görürüz. Mesela Kur’an’da inkârcı zalimlerin şefaatten mahrum bırakılacağı açıkça ifade edilir. (Mü’min, 40/18) Bunun gibi bir ayette ‘büyük bir zulüm’ (Lokman, 31/13) olarak ele alınan şirkin (Nisa, 4/48) affın kapsamı dışında kaldığı vurgulanır. 

Kur’an’ın şu ayeti inkârcılar için şefaatin geçerli olmayacağını bildirir: “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (Müddessir, 74/48) Bu ayetiyle Kur’an, inkârcıların akıbetine dikkat çekmektedir. Buradaki muhatapların inkârcılar olduğu, müteakip ayetlerde tasrih edilmektedir: 

“Böyle iken onlara ne oluyor da adeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi hâlâ bu öğütten (Kur’an’dan) yüz çeviriyorlar.” (Müddessir, 74/49, 50, 51)

Sadeddin Taftazanî, “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” ayetinin ifade tarzı üzerinde dikkatle durur ve şu önemli açıklamada bulunur: Bu cümlenin üslûbu ve ifade şekli esas itibariyle şefaatin var olduğunun delilidir. Aksi hâlde, onların hallerini kötülemek ve içinde bulundukları sıkıntılı durumun mahiyetini ortaya koymak için “Kâfirlere hiçbir şefaatçinin faydası olmaz.” demenin anlamı olmazdı. Bu gibi yerlerde kullanılan bu nevi ifadeler, sadece kâfirlere mahsus olan durumu işaret eder, onlarla beraber başkalarını da bu hükmün içine almaz. Yani burada kâfirlerle ilgili hükümden, ‘Onların dışındakilerin de (müminlerin de) şefaatçileri olmaz.’ mânâsı çıkmaz.(Taftazanî, Şerhu’l-Akâid, s. 149) 

Nureddin es-Sabunî de aynı noktaya temas ederek şöyle der: Eğer şefaat müminlere de fayda vermeyecek olsaydı, kâfirlere hususi olarak dikkat çekmenin bir mânâsı olmazdı. (Sabunî, Maturîdiyye Akaidi, s. 165)

Bu çerçevede bir başka ayette ise şöyle buyrulur: 

“Yaklaşan o gün hususunda onları uyar. (O gün) onlar dehşet içinde yutkunurlarken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin (o gün) ne bir dostu ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.” (Mü’min, 40/18) Açıktır ki bu ayette de söz konusu edilenler inkârcı zalimlerdir. Bu durumu gerek Kur’an’ın ‘Kâfirler ki onlar zalimlerin ta kendisidir.’ (Bakara, 2/254) ayetinden, gerekse ayetin siyak-sibakının (öncesi ve sonrasının) doğrudan onlarla ilgili olmasından anlamaktayız. 

Şefaatle Alâkalı Yanlış Yorumlanan Ayetler 

Kur’an-ı Kerim’de şefaatle ilgili birçok ayet vardır ki bunlar, şefaat izninin çıkmasından evvelki zaman dilimiyle alâkalıdır. 

“Ey iman edenler! Hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık verdiklerimizden Allah yolunda infak ediniz. Kâfirler ki onlar kendilerine bütünüyle yazık edenlerin (zalimlerin) ta kendisidir.” (Bakara, 2/254)

Hitabın ‘ey iman edenler’ diye başlamasının bir kısım zihinlerde yanlış algılamalara sebep olduğu görülmektedir. Dikkat edilirse bu ayet, ‘Kâfirler ki onlar kendilerine tümüyle yazık edenlerin (zalimlerin) ta kendileridirler.’ şeklinde bitmektedir. Hamdi Yazır bu ayetin yorumunda şöyle der: “O gün bütün dostlar birbirlerine düşman kesilecek, şefaat kapıları kapanacaktır. Bu felaketlerden ancak iman edip vazifesini yapan ve önceden korunan müttakîler müstesna olacaktır. Binaenaleyh böyle bir korunmayı elde etmek ve o felaketten uzak kalmak için müminler, o gün gelmeden evvel görevlerini eda etmeli; Allah namına infaklar yapmalı, seve seve zekâtlarını vermeli, kardeşlik bağlarını güçlendirerek ve cemiyetlerini tanzim ederek hazırlanmalı, uyumayıp uyanık bulunmalıdırlar. Kâfirler gibi Allah’ın emirlerine muhalefet edip de kendilerine yazık etmemelidirler.” (Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 848)

Şu halde ‘Bu ibareler, şefaati müminler açısından imkansız kılmaktadır.’ denemez. Zira bu ifadelerle, inkârcıların hesap günü içine düştükleri acınacak duruma müminlerin de düşmemeleri için infak gibi dinin amelî esaslarının gereğini yerine getirmelerine dikkat çekilmektedir. Bir diğer ifadeyle, bu minvalde nazil olan ayetlerle herhangi bir iltimasa ve yanlışlığa meydan vermeksizin amellerin karşılıklarının sahiplerine olduğu gibi bildirileceği zorlu hesap gününde, müminlere, başkasının yardımına bel bağlamadan, dünyada iken elinden geldiğince hayırlı ameller işlemesi öğüdü verilmektedir. 

“...İman eden kullarıma söyle, kendisinde ne alış-veriş ne de dostluk bulunmayan bir gün gelmeden önce, namazı ikame etsinler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan açık veya gizli infakta bulunsunlar.” (İbrahim, 14/31)

İbni Kesir’in de tefsirinde önemle belirtmiş olduğu üzere, burada vurgulanan mâna şudur: 

“O gün kişiye, Allah’a kâfir olarak varması durumunda, ne bir kimsenin dostluğu ne de şefaati/aracılığı fayda verir.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim) Zira inkârcı şahıs, kendisine önceden tanınan alış-veriş yapma ve dostluk kurma imkânını değerlendirmediği için o gün bu durumdan mahrum kalacaktır. Çünkü o gün, inkârcının, kendisini kurtarmaya yarayacak yeni bir amel ve dostluğa fırsat bulamayacağı bir gündür. Kısaca, bu ve benzeri ayetlerde, müminlere, inkârcıların maruz kalacakları çaresizlik ve sahipsizlik gibi bir akıbetten korunmaları için, imanlarının gereği olan amelleri takdim etmeleri lüzumu hatırlatılmış olmaktadır. 

Hâsılı, doğrudan veya dolaylı olarak bu minvalde Kur’an’da yer alan pek çok ayet söz konusudur ki bütünü, inkârcıların akıbetlerinin ele alındığı yerlerde zikredilmiştir. Bu da gösteriyor ki bu ibarelerden hareketle şefaatin olamayacağı gibi bir sonuca gidilemez. Ne var ki ilgili ayetler bir bütün olarak ele alınmadığında ve bu konudaki onca sahih hadis inkar edilip görmezden gelindiğinde, müminlere şefaatin olmayacağı düşüncesine -ne yazık ki- düşmek mümkündür.