Nasipsizler Evliyayı İnkar Eder

Bir TV programında veli, velayet, keşif keramet,  mucize gibi konular üzerine bir tartışma yapıldı. Hayra mı hizmet etti şerre mi anlayamadık. Bence insanların imanlarına değer veren duyarlı İslam âlimleri, böyle konuları cumhurun önünde tartışmamalı. Ve böyle bir şeye de imkân vermemeli. Niyet güzel olsa da yapılan iş yanlış olur. Bu konularda yeterince bilgisi olmayan avam halk kitlesi önünde yapılan böyle tartışmalı oturumlar, halkı vesvese sahibi yapmaktan başka hiçbir fayda getirmez. Kıymetli Hocalarımızın alt yapıları sağlamdır ve bilgileri yeterlidir.  Onlara bir şey olmaz. Ama empati yapmak lazım, avamlar taklitle iman eden kimselerdir. Arapçası kuvvetli ve baskın konuşan bir kişinin etkisinde kalarak onun yanlış fikirlerini doğru sanabilirler. O zaman vebali de iyi niyetli hocaların üzerine kalır.

Bazı hocalar var ki her yere yalnız Kur’an meali ile gidiyorlar. Ve her şeyin cevabını Kur’an’dan istiyorlar. Hadis deyince nevirleri dönüyor ve hemen saldırıya geçiyorlar. Onlara göre işlerine gelmeyen her hadis uydurma. Güvenilir olarak sadece Kur’an var. Her şeyi Kur’an’a takdim ediyorlar. Öyle abartıyorlar ki onlardan birisi evrimi çürütmek için bir TV programına Kur’an’ı eline alıp gitmişti. Evrimi Kur’an’dan nasıl çürüteceğini düşünüyor, şaşırdım. Karşısındaki adam ise ateist. Ateistin senin kitabına imanı yok ki onunla ikna olsun. Behey kendini beğenmiş kişi, senin bilimle aran yok mu? Kur’an’ın dışındaki tüm bilimleri hep kâfirlere mi bıraktın? Allah böyle dar düşünceli kişilerden ümmeti muhafaza eylesin. 

Dışardan bakınca bu yaklaşım tarzı ne güzel görünüyor. Allah’ın kitabından daha güvenilir bir kitap, daha güvenilir bir rehber mi var? Elbette ki yok. Yalnız bil ki senin her fırsatta saldırdığın, evliyayı seven, keşfe, keramete, mucizeye inanan her mümin de bunu zaten böyle bilip böyle inanıyor. Ama bazı insanlar Peygamberi dışlamak için özellikle sadece Kur’an’ı öne çıkarıyorlar.

Evet, kıymetli okurlar! Bu zamanda “Kur’an Müslümanlığı”, Kur’an’daki İslam”, “Kur’an’a dönüş” gibi sloganları kullananlara karşı dikkatli olmak lazım. Eğer arkasından sünnete saldırı çıkarsa da hemen o ortamlar terk edilmeli. Zira o zaman bilin ki bu sloganlar birer tuzak. 

Ahir zamandayız, iyilik de kötülük de at başı gidiyor. İmtihandayız, dikkatli olmamız gerekiyor. Hadislere saldıran ve en sahih hadis kitaplarına bile itibar etmeyen, sadece Arapçası kuvvetli âlim “taslaklarına” karşı dikkatli ve uyanık olmalıyız. Zira Efendimiz (sav) bu konuda bizi uyarmış:

“Şunu iyi biliniz ki bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun! Koltuğuna kurulan tok bir adamın size: Sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter, diyeceği günler yakındır...” (Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10)

Gördüğünüz gibi “Kur’an bize yeter.” diyerek Peygamber Efendimizin yaşantısını ve açıklamalarını yok sayanlara en güzel cevap yine Efendimizden gelmiş. Bu hadis, aynı zamanda “Peygamberimizin (sav) Kur’an’dan başka mucizesi yoktur.” diyenlere de cevaptır. O kürsülerine kurulan tok kişilerin varlığı birer mucizedir. Efendimizin (sav) bin dört yüz yıl öteden haber verdiği bir mucize…

 Allahu Teala şöyle buyuruyor: 

“...O (Resul) onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder. Onlara iyi ve temiz olan şeyleri helal, kötü ve pis olan şeyleri de haram kılar...” (A’raf 7/157) 

“...Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayanlarla savaşın.” (Tevbe 9/29)

Kur’an’da böyle Allah’a ve Resulüne itaati ayrı ayrı zikreden bir hayli ayet var. Nitekim Kur’an’da olmayan ama Efendimizin (sav) beyanı ile farz ve vacip olarak İslami yaşantımızda yerini alan bir hayli ahkâm mevcut. Bunları hep sünnet belirliyor. En basitinden namazın içindeki farzlar ve vacipler. Hadisler olmadan namaz kılmak mümkün değil. Yani sünnet olmadan İslam’ın tam olarak anlaşılması ve dahi yaşanması mümkün değil. Buna rağmen bu sünnet inkârcılığı niye!.. “Zamanımıza kadar sahih sünnet gelmemiştir.” demek Kur’an ile çelişir. Bu iftira Kur’an’a da gider. Çünkü,

“Hiç şüphe yok ki o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9) mealindeki ayet, bu hadisleri de kapsar. Zira tek başına Kur’an’ın korunması, İslam’ın yaşanması için yeterli değildir. İslam’ın yaşanabilmesi için yeter sayıda hadis de bu kapsamda korunmalıdır. Nitekim böyle de olmuştur. Yoldan çıkmış insanların dışında hiç kimsenin bu konuda bir şüphesi de yoktur.

Evliyaların varlığı da Kur’an ve sünnetle sabittir. Ancak nasipsiz insanlar, bunları inkâr ederler. Keramet ve keşfi Allah’ın dostlarına çok görmek ancak haset ve kıskançlığın tezahürleridir. Kendileri asla böyle şeyleri yaşamaz ve hissetmezler. Herkesi de kendileri gibi manen kör ve sağır sanırlar.

Velilerden bahsetsen “Her mümin Allah’ın velisidir.” derler. Hemen ayetten bir delil gösterirler. Bizim de bu konuda bir itirazımız yok. Ama Allah dostlarını, evliya kulları metheden ayet de var, mesela Yunus suresi 62. ayet. Onu da işlerine geldiği gibi tevil ederler. Okula kayıt yaptıran her öğrenci, talebe vasfını kazanır. Ama her talebe aynı kategoride mi değerlendirilir. Okul birincisi ile okuldan atılan bir midir? Allah’a kulluk da böyledir. Başarılı talebe gibi başarılı kullar da vardır, bu gayet anlaşılır bir şeydir. Çok dikkat çekicidir ki bunu görmek ve anlamak bazı insanlar için maalesef çok zordur....

Evliyalar Allah (cc) ile duygusal yakınlığın farkına  varmış, bu güzelliği keşfetmiş ve bunun peşine düşmüş insanlardır. Yani onların derdi Allah’tır, kullar değil. Dolayısıyla sevginin de ihlasın da zirvesini yaşarlar. Bunu yaşarken örnekleri Resulullah’tır (sav). Kur’an’a ve sünnete bilgiden öte ittiba onların en önemli vasıflarıdır. Evliya münkirleri, ömürlerinden bir hafta gibi bir zamanı gerçek bir veli  kulla birlikte geçirse eminim  onlar hakkında düşündüğü kötü şeyler için çok utanacaklardır. Allah’tan da af dileyeceklerdir. Zira yaptığı şey Allah’ı (cc) resmen gazaba getiren bir şeydir. İşte İmam Buhari’nin en güvenilir hadis kitabından bir kudsi hadis:  “Kim benim bir veli kuluma düşmanlık ederse ben ona harb ilan ederim. Kulum bana kendisi üzerine farz kıldığım şeylerden daha hoş bir şeyle yaklaşamaz. Kulumun bana olan yakınlığı nafilelerle devam eder. Hatta ben, onu severim. Ben onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse veririm. Benden kendisini bir şeyden korumamı dilerse onu korurum... (Buhari, Rikak, 38)

Bu kudsi hadis bir kişinin nasıl veli olabileceğini ve daha sonra Allah’ın (cc) o veli kuluna nasıl ikramlarda bulunabileceğini açıkça ifade ediyor. Kıskanmanın anlamı yok, çalış senin de olsun, olmazsa gel…

Kur’an’dan iki türlü velayet tanımı çıkar. Bir bütün müminleri kuşatan, yukarda verdiğimiz talebe örneğine benzeyen velayet. Buna “velayet-i amme” denir. Her mümin velidir. Bu doğru ama bir de çalışkan kullara ait velayet vardır. Buna “velayet-i hassa” denir. Biraz daha açacak olursak: Velayet-i amme; Şeriatın farz ve vacip derecesindeki emirlerini eda etmek için gayret ve çaba sarfetmektir. Bu her mükellefin boynunun borcu olan bir sorumluluk olmakla birlikte, bunu yerine getiren kimseler de velayet kapsamı içinde mütalaa edilmiştir.

Velayet-i hassa; farz ve vacip olan amelleri tam olarak yerine getirmeye çalışmakla birlikte, Kur’an’ın zikir ve tefekkür konusundaki emirlerine sarılarak ayakta, oturarak ve yanları üzere yattıklarında bile zikir ve fikir uyanıklığına ermiş, murakabeden gafil olmayan, bütün ibadetlerinde “ihsan” seviyesine ulaşmış kişilerin halidir. Kurb ve huzur hali bu makamdadır. İşte velayeti hassa seviyesine yükselen kullar için Kur’an şöyle bir müjde vermiştir.

“Haberiniz olsun ki muhakkak Allah’ın velileri için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus 10/62)

Hem evliya kulların hem de kerametlerinin olabileceğine ilişkin Kur’an’dan bir örnek verelim. Nasipli insanlara bu kadar bilgi ve örnek yeter. İnanmak istemeyeni Peygamberimiz gelse ikna edemez. Niye bazıları inanmıyor diye bunu kendinize sorun ve kompleks yapmayın…  Bazı insanların bizim doğrularımızı kabul etmemesi, doğrularımızdan şüphelenmemizi gerektirmez. Kâfirler İslam’a inanmazlar. Onlara bakıp dinimizden şüphe mi edelim? 

Mesela Neml suresinde Saba Melikesi ile Süleyman (as) kıssası vardır. Süleyman (as)  Saba Melikesini hak dine davet eder ama o kabul etmez. Onun üzerine Süleyman (as), Neml suresinde anlatıldığı üzere vezirlerine şöyle der:

“Süleyman (müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o Melikenin tahtını bana getirebilir?

Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.

Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (Melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır, dedi. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” (Neml 27/38,39,40)

Burada hem kerametlerin hak olduğuna hem de birer imtihan olabileceğine dair çok güzel dersler var. Bizler de keramet görme hastası değiliz. En büyük keramet istikamettir deriz. Ama Allah’ın bazı kullarına ikramını da kıskanmayız ve görmezden gelemeyiz. Burada Süleyman Peygamberin yanındaki kişi bir peygamber değildi. İlim sahibi veli bir zat idi. Süleyman’ın (as) ümmetinden biri keramet gösterebiliyor da Muhammed’in (sav) ümmetinin evliyası niçin keramet gösteremesin? 

Yakışmıyor mu yani?

Neyse, elhamdülillah bu ülke insanı gerçekten basiret sahibi. Böyle fesat adamları yüzlerindeki sevimsizlik ve nursuzluktan tanıyor ve onlara asla itibar etmiyor.