Murad-ı İlahi’yi Anlama Sanatı Hikmet / Prof. Dr. Salih Sabri Yavuz

Hikmet nedir? Allah-kul ilişkisi bağlamında konuyu değerlendirir misiniz?

Hikmet, kelime olarak hüküm vermek, karar vermek anlamında kullanılan Arapça bir kavramdır. Bu kavrama çeşitli anlamlar yüklenmiştir: “Eşyanın hakikatlerini olduğu gibi bilmek ve gereği ile amel etmek”, “insan nefsinde gerçekleşen ilahi ilham ile şeytanî vesveselerin arasını temyiz etmek”, “ilim ve akıl vasıtasıyla gerçeği bulma”. Hikmet Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip hayırlar işlemek” anlamına da gelmektedir. Hüküm hikmetten daha geneldir. Zira her hikmet hükümdür fakat her hüküm hikmet değildir. Hikmete “Kur’ân tefsiri, Kur’ân ilmi” ve “nübüvvet” karşılıkları da verilmiştir. Bir başka anlamı ise “engel olmak, alıkoymak”tır. Hikmete bu anlam çerçevesi içinde yaklaştığımızda zulümden alıkoymak demek olur. Bu itibarla insanı cehaletten alıkoyan, engelleyen bir nitelik anlamı kazanır. Bu açıdan bakıldığında hikmet sahibi, kendini zulümden, beşerî etkilerden, nefsanî arzulardan koruyan kimsedir. 

Yaptığım araştırmalardan anladığım kadarıyla hikmet iki taraflı bir karakter arz eder: İlâhî ve insani. İlahî açıdan bakıldığında Allah’ın fiilleri noktasında her şeyin yerli yerinde ve tam bir isabetle gerçekleşmiş olmasıdır. Allah’tan başka ne varsa O’nun fiiliyle meydana gelmiştir, adaletinden feyezan etmiştir. Vücudu, en güzel, en tam, en gelişmiş ve en olgun şekilde var etmiştir. Allah fiillerinde hikmet sahibidir. Kaza ve kaderlerinde adildir. O’nun adaleti, kulların adaletiyle kıyas edilemez. Çünkü kul, başkasının mülkünde tasarruf ettiği zaman kendisinden zulüm sadır olabilir. Fakat Allah’tan zulmün sadır olması tasavvur edilemez. Hikmet sahibi demek olan Hakîm, varlığı sağlam ve eksiksiz yaratandır. İnsanî açıdan bakıldığında ise her şeye hakkını vermek, haddi aşmamak, vaktinden önceye almamak ve vaktinden sonraya ertelememek, Allah’ın vadindeki eşsizliğini müşahede etmek, hikmetindeki adaletini bilmek, kullarına yapmış olduğu lütuf ve ihsanı düşünmek, insanın akıl yürütme bakımından basirete, irşad açısından hakikate ve görüşünde ise hedefe varmaktır. 

Hikmet sahibi insanların özellikleri nelerdir? Hikmet sahibi deyince ne anlamalıyız? 

Hikmet sahibi insan denildiğinde az önce de ifade edildiği gibi, insanın bir kul olarak kendini bilmesi, Yüce Rabbi karşısındaki konumunu takdir edip anlaması ve bu doğrultuda hayatını devam ettirmesidir. Hem düşünce olarak insanın, yaradılıştaki düzeni ve mükemmelliği görmesi, her şeyin kusursuz meydana geldiğini idrak etmesi hem de hayat serüveninde buna uygun davranmasıdır. “Yerin ve göklerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbirini takip etmesinde akıl sahipleri için ayetler vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna (batıl) yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.’ derler.” (Âl-i İmrân, 3/191-192) ayetinin ortaya koyduğu anlam çerçevesinde bir şuur ve yaşayış haline ulaşmaktır. Hikmetin esası insanî çerçevede Allah korkusudur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde “Hikmetin esası Allah korkusudur.” buyurmuşlardır. Kim Allah’tan hakkıyla korkup sakınırsa Allah böyle bir kimseye hikmet bahşeder. Hem ilim verir hem de bu ilmin gereği olan ameli ona nasip eder. Öyleyse hikmet sahibi, salih amellerde bulunan, Allah’ın emirlerine gönülden boyun eğen ve bunun sonunda da ilahî lütuf ve bağışlarla donatılan kimse oluverir. Hikmet sahibi her şeye hakkını veren, haddi aşmayan, vaktinden önceye almayan ve vaktinden sonraya ertelemeyendir. Böyle bir kimse Allah’ın vadindeki eşsizliğini müşahede eder, hikmetindeki adaletini bilir, kullarına yapmış olduğu lütuf ve ihsanı düşünerek kendi acziyetini itiraf eder. Yine hikmet sahibi insan, düşünme bakımından basirete, irşad açısından hakikate ve görüşünde ise hedefe varan insandır.

Hikmet nasıl elde edilir? Uzlet mi, riyazet mi, akıl mı, tefekkür mü? İnsan ruhunun derinleşme ihtiyacı açısından konuyu değerlendirir misiniz?

İnsanî düzeyde hikmet sahibi olmanın yolu, kişinin kendisini ilme, irfana, hakikati elde etme yollarına adamasıyla gerçekleşen bir durumdur. Hikmete ulaşmanın yolu belki sorunun içerisinde zikredilen hususların toplamından elde edilen bir sonuçtur. Tefekkür ve akletme olmadan sadece kişinin kendisini riyazete adamasıyla hikmetten murad edilen mânâ gerçekleşmez. Bunun yanında sırf tefekkür ve rasyonel düşünme biçimi de hikmetin ortaya çıkması için yeterli değildir. Fiilde, fikirde hakikate ulaşma diye tarif edilen hikmet, kişinin kendi çabasına ilave olarak ilahî bir bağış olarak Allah’ın insana bütün aşamalardan sonra verdiği bir hali ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de hikmetin verildiğinden bahsedilir. Hatta peygamberlere nübüvvetle birlikte hikmet verildiğinden de bahsedilmektedir. O halde mümin, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, Allah’ın muradını ve dinin gayelerini elde etme noktasında çaba gösterir, bütün bunları içselleştirip tatbik ederse Allah’ın bir ikramı olarak hikmete ulaşmasına vesile olur. Ancak şunu unutmamak gerekir ki: Hikmet; bilgiden, tefekkürden, Rıza-i Bari’yi gözetmekten mahrum bir nitelik değildir. İslam düşüncesinde, beşerî bilginin en üst seviyesine tekabül eden bilgiye “hikmet” adının verilmesi de bunun bir yansımasıdır.

İnsan-hikmet ilişkisi açısından düşünüldüğünde günümüzde insanın hikmet ihtiyacı giderilebilir mi? Hikmet sahibi olmanın önündeki engeller nelerdir? 

Günümüz dünyasına insanımızın mahrum olduğu hususların başında hakikati temsil etmesi bakımından sağlıklı ve insan ruhunu tatmin edici bir bilgiden, onun güvenini kazanacak bir hikmetten yoksun olması gelmektedir. Bu çağın alametlerinden biri olan bilgiye ulaşmanın kolaylığı olmasının yanı sıra, herkesin kendi hakikatini oluşturma çabası, ya da kendi kuruntularını ve gerçek saydığı şeyleri hakikat olarak kabul etmesidir. Bu itibarla o, bilgiden ziyade doğru bilgiye muhtaçtır. Bunu gidermenin yolu hikmete ram olmasından geçer. Bu nasıl gerçekleşir? İnsan tek yönlü, tek kutuplu bir varlık değildir. Onun dünyaya yönelik bir tarafı olduğu gibi, ilahî olana dönük bir tarafı da vardır. Ondaki bu ilahî olana dönük olan taraf geliştikçe, Allah’ın ikramlarına mazhar olur ve böylece Yüce Allah o kimseyi insanlara sevdirir. Eğer kişi Allah’ın sevgisini ve muhabbetini kazanırsa her şeyi kazanmış olur. Eğer Allah’ın sevgisini kaybederse, Allah bir kulu sevmezse o insan her şeyi kaybetmiş demektir. Böylece Allah bir kulunu severse, Allah’ın sevgisi ve muhabbeti bir insanda tabiat halini alırsa, Yüce Allah da kullarının nefsine o insanın sevgisini yayar. Bu durum asla maddî bir şeyle ölçülemeyecek büyük servettir. İşte Allah kulunu sevdiğinde ona bilgiyi, marifeti, irfanı bahşeder, yani onu hikmete ulaştırır. Böylece hikmet verilmiş insan huzura erer, maddî imkânları az dahi olsa sırf Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanma adına gösterdiği bu çaba paha biçilemeyecek bir zenginlik olur ve tüm tatmin duygularının ötesindedir.

Ama bir insan hikmetten mahrum olursa bütün maddî imkânları yerinde de olsa zorluk çeker. Hikmetli kimse evinde huzur bulur, toplumda huzur bulur; bulunduğu topluma huzur verir. Hikmet ilahî bir bağış olarak düşünüldüğünde Allah’ın mümin kullarına bir hediyesi ve lütfudur. Hikmet ancak imanlı kişilere hastır. Kişinin iman konusundaki derecesi hikmette belirleyicidir. Kul Allah’ı ne kadar severse Allah da onu o kadar sever. Çağımız insanının kaybettiği değerlerden biri huzurdur, sekinettir. Bu ise paha biçilmez bir değerdir. İşte bunun ilacı hikmettir. Allah’ın emrine teslim olan kimsede bu hal gerçekleşir. İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında kalbinde hiçbir sıkıntı yoktu. Çünkü Allah kendisine sekinet, huzur ve gönül ferahlığı vermişti. Modern insanlar olarak bizler hikmeti kaybettiğimiz için huzuru da kaybettik.  Kaybettiğimizi bulmaya çalışmalı, neyi kaybettiysek onu kendimiz aramalıyız.