Kudüs ve “Sen…” / Dr. Selim Sancaktar

Kadir gecemiz mübarek olsun… Olsun ama Mescid-i Aksa ve Filistinli Müslümanların, yani daha açığı, Müslümanlar olarak hepimizin başına gelen bu zillet, bu mübarek geceyi zillet gecesi haline getirmediyse gecemiz mübarek olur... Sabaha kadar tesbihler yapıp ağzı açık angutlar gibi, haberlere bakıp kâfire ve zalime buğz psikolojisine girmeyen, Allah’ın değil de ibadetin kulları, Allah’ın buğzu ile karşı karşıyadır biline... Yani sözün özü: bu gece en büyük amelin Allah’tan cihat dilemek ve kâfire buğz içinde sabahlamak olduğunu bilememek, zilletten de büyük nifak alameti, bir şuursuzluk ve fıtrat bozukluğudur...” Şenel İlhan Beyefendi’nin Kadir Gecesi’nde yayınladığı mesaj böyleydi…

Daha sonra gelen haberler ise gün itibarıyla çoğu kadın ve çocuk, 150’ye yakın Filistinlinin şahadeti şeklindeydi. “İnsanlık dışı ve medeniyet karşıtı” , “Dünyanın yaptığı en büyük ırkçılık bu”, “Mescid-i Aksa’dan alevler yükselirken Yahudiler sevinç gösterileri yaptılar”, “Papaya çağrı, Hristiyanlar da zulme uğruyor” “Siyonizm karşıtı Yahudiler örgütü hahamı; ‘Saldırılar asla kabul edilemez’…”, “12 Maddelik Kudüs Bildirisi yayınlandı…”, “Kudüs Filistin’in ebedi başkentidir…”, “Askeri güç tesis edilsin…” şeklinde tepkiler çığ gibi büyüdü. İskoçya, Meksika, Venezüella ve bazı İslam ülkeleri de tepkilerini dile getirdiler.

TRT Haber’de öne çıkan; “Filistinlilerin nüfusu 1948’den bu yana 9 kat arttı. Ancak bunun aksine, artan İsrail işgali ile yaşam alanları daralıyor. Yahudiler, 27 bin kilometrekarelik tarihî Filistin topraklarının yüzde 85’inden fazlasını kullanıyor. Büyük felaketin, yani Filistinlilerin tabiriyle “Nekbe’nin” üzerinden 73 yıl geçti. İsrail’in katliamlarına rağmen Filistinlilerin nüfusu bu süreçte 9 kat artarak 14 milyona yaklaştı. Ancak artan işgal terörü, Filistinlilerin yaşam alanlarını daraltıyor. İlgili raporda, Nekbe’den bu yana Filistinlilerin haklarını savunan 100 binden fazla Filistinlinin şehit edildiği, 1967’den bu yana ise yaklaşık bir milyon kişinin gözaltına alındığı belirtildi.” ifadeleri konuyu özetler mahiyette idi. Bu arada Türk Dışişlerinin 19’dan fazla pek çok ülke ile yaptığı görüşmeler… Sonuç; çocuk, kadın, masum, mazlum ne varsa katledilmek…

Evet, Kudüs’teki acı olaylara dair konuşmak gerekiyor… Gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. İnşallah bugünler de geçecek; daha emin, daha güzel günlere geleceğiz. Maalesef yaşanması gereken yaşanıyor, çekilecek acılar çekiliyor, kader hükmünü icra ediyor… Sebep ve müsebbipler imtihan ortamında bizlere yeni yeni yollar, görevler, işler ilham ediyor. Yaşadıklarımız ise tabir yerindeyse büyük kaderler… Yani büyük fotoğrafta büyük kareler… Bunları ancak doğru okuyabilirsek, layıkıyla yol alırız…

Bu acıları tüm dünyada 150 yıldır yaşadık, yaşıyoruz. Ama Kudüs, malumunuz üzere İslam’ın ilk kıblesi… “Dinlerin beşiği…”, “50 yıldır öksüz şehir…”, “Dua edenlerin şehri…”, “6000 yıllık şehir…”, “Semavi dinlerin merkezi…” Bin bir türlü övgü var Kudüs hakkında. Çünkü Kudüs pek çok acının ve sevincin kaynağı… Tüm dünya bilir ki, Kudüs’e bugünkü kimliğini kazandıran Müslümanlar olmuştur ve Müslümanların elinde tarih boyunca mutluydu Kudüs... Osmanlı’da ise tam 403 yıl kaldı…

Bugün ise Kudüs insanlığın, insan olmanın turnusolü… İslam’ın garipliğinin, mahzunluğunun sembolü… Kudüs vesilesiyle de küfrün “tek millet” olduğunu unutturmayan her şeyi, dünya konjonktüründe, tüm yılışık figüranlarıyla hep birlikte görebiliyoruz. Bizler aynı acıları Afganistan’da, Irak’ta, Bosna’da bugün hala Myanmar’da, gözümüzün nuru Kudüs’te de görüyoruz. O nedenle bu mücadeleyi Irak’ta, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da ve Kudüs’te, hatta aidiyetin gözbebeği Mekke’de ve Medine’de vermek zorundayız. Çünkü bu yerler hep bu ümmete aittir… Küfür tek millet olduğu gibi ümmet de tek ümmet olmadıkça bu işin içinden çıkamayız… Bizim için vatan hem Anadolu hem Türkistan hem Semerkant ve Buhara hem Mekke ve Medine hem Bosna Hersek hem Kudüs’tür. Buralar vatandır, mahremdir… Bu beldeler, evimiz olduğu gibi, aynı zamanda ileri karakollarımız da olmak zorunda… O nedenle bu kavgayı hem Brüksel’de hem Viyana’da hem de kuzey İskandinavlarda vermek zorundayız… İslam’ın tebliğ ve temsil düsturları, yeryüzünün her karesinde bu mücadeleyi vermeye her bakımdan müsaittir…

Yahudiler, Hz. Peygamber’i çok iyi tanıdıkları halde nasıl reddettiler ise bugün de İslam’ın “tek doğru” olduğunu bildikleri halde reddediyorlar. Bütün kavga bu… İslam’ın nurunu söndürmek... Mevzi kazanmak… Ama Kisra’nın saraylarının yıkıldığı gibi daha nice saraylar yıkılacaktır. Elbet, bu davanın Ömerleri, Alileri, Selahaddinleri var ve hiç şüpheniz olmasın, geleceklerdir. Her konuda Allah’ın va’di haktır, geleceklerdir… Ne kalelerin yıkıldığını, ne yolların aşıldığını, o günleri hep birlikte göreceğiz inşallah…

Tüm dünya, tüm İslam tarihi şahittir ki, tarihte İslam’a büyük hizmetler yapmış milletler bellidir. Bugün ise pek çok yerde omurgasızlık sırıtırken, bu ümmet, İslam’a hizmet konusunda sırtı karnı belli olmayan insanlar değil, Allah’ın (c.c.) davasına sahip çıkacak yiğitleri beklemektedir. Nefsine hâkim, donanımlı, feraseti yerinde, davasını hayatının hiçbir anında, asla unutmayan yiğitler… Tarih, Selahaddin Eyyubi gibi aslan yürekli, çelik bilekli yiğitleri de gördü. Mehmet Akif’in deyimiyle Selahaddin Eyyubi “Doğu’nun en sevgili Sultanı…” Selahaddin’i Selahaddin yapan onun ahlâkı, merhameti, cesaret ve adaletiydi. Bugün aynı ahlâka, keyfiyet olarak sahip, merhamet, cesaret ve adalet sahibi, yeni yiğit ve topluluklara ihtiyaç var. İslam sancağını dalgalandıracak, layık olduğu yere taşıyarak liyakat kesbedecek, tarihsel rolünü sağlam oynayıp ahirete yüzü ak, gönlü pak olarak gidecek yiğitler…

Evet, kendi inançlarınca, kendilerini ahir zaman senaryoları gerçekleştirme peşinde birer müsebbip sayan kâfirler güruhu karşısında, bu ümmet kendi inançlarının ahir zamanını ne zaman kavrayacak? Çok dar ve çok zor bir zamanda olduğumuzu ne zaman fark edecek? Ve her şey bir yana, artık bugünlerin o günler olduğunu ne zaman fark edecek? Ahir zamandaki güçlü rolünü ne zaman kuşanacak? Ne zaman aslında kendi dininin askeri olduğunu, olması gerektiğini fark edecek? Şu koca yeryüzünde, ne zaman, sadece Müslüman olduğu için işkence ve zulüm gördüğünü, kafasına bombalar yağdığını fark edecek… Ne zaman?

Çok söze gerek yok, çünkü söz tükenmiş… İnsan türü adına tarihin utanç sayfalarına artık en rezil şekilde yazılıyor her şey… Eğer insanlık bu görüntülerden iliklerine kadar titrememişse, gözyaşı dökmemişse “için için”, rahmetin zerresi kalmamış demektir yeryüzünde… Tüm bunlar hiç şüphesiz yeryüzünde yavaş yavaş çok anlamlı ve güzel, içimizde ne varsa pek çok şeyin de silindiğinin en bariz göstergeleri… Tabii, küfrün bir oyunu varsa, Allah’ın da (c.c.) bir oyunu var… Ya bütün değerlerimizi yeniden gözden geçirecek, adam gibi adam olacağız ya da dünya ve ahiret musibetleriyle yüzleşeceğiz, Allah korusun… Hiçbir konu çözümsüz değildir, şartlar yeni kahramanları çıkartır. Şartları ise Allah belirler. Bu konuda ümidimiz imanımız, imanımız ise ümidimizdir…

Ümidimiz odur ki, herkese “Ya Rabbi, yardımın ne zaman?” dedirten bu zamanların akabinde hem güçlü hem de müşfik bir elle düzelecek her şey… Sadece ilahî bir dokunuş… O kadar… Kelebek etkisi gibi, her şey birbirine bağlı üstelik. Dayanışmayı evde, komşuda, arkadaşta, işte sağlayamazsak, dünya konjonktüründe de söz sahibi olamayız. Bu işin birlik, beraberlik ve dayanışma tarafı. Tabii ki, devlet boyutunda güç, kuvvet ve kudret sergilemek gerekiyor. Ama bu zulümler, bizde mücadele hıncına, mücadele direncine, Allah için buğza dönmezse Allah korusun, öncelikle yüreklerde bu davayı kaybederiz. Allah’ım; bu konuda ayaklarımızı sabit kıl, kalbimizi sabit kıl, hem Rahman hem Müntakim hem Âdil ismini bizlerde tecelli eyle diyoruz… Eyle ki, hem dünya hem ahiret hem devlet ve millet hem ümmet kurtulsun… Unutmayalım ki önce öne çıkanın boynunu vururlar. Biz bu konuda boynunu uzatmak yerine, canımızın son ferine, kanımızın son damlasına ve son neferimize kadar bu mücadeleyi verirsek, mücadelenin bereketi gelir bizi bulur… Bu anlamda Kudüs, bizler için, birliğini dirliğini korumak, tavrını ortaya koyan devletinin yanında olmak, hiçbir bireyini kaybetmemecesine mücadele etmek, uluslararası arenada hamiliği, İslam dünyasında liderliği kuşanmaktır. Lider, en çok çalışan, plan yapan, insan kazanandır. Emr-i bi’l ma’ruf da budur, fütüvvet de budur, fetih de budur, alperenlik de budur, mücadele de budur…

Şenel İlhan Beyefendi’nin ifade ettiği gibi, müminliği, abidliği böyle kutsal davalara ve mücadeleye hasretmezsek, davayı buralara taşımazsak, dünyada da ahirette de mağdur ve mahzun oluruz… İzzet, onur ve şeref değil; korku, zillet ve fasıklık gelir bizi bulur. Allah’ın izniyle, bu topluluk da bu mücadelenin hakkını vermek için yola çıkmış bir topluluktur. İçinde mücahid ve mücahide yürekler, yılmaz neferler, Allah’ın davasından başka hiçbir şeyi gözü görmeyen şehadete susamış kalpler vardır. En önemlisi dağlar gibi Seyyidimiz önümüzde, akıl, kalp ve maneviyat olarak rehberimiz…

Mescid-i Aksa’nın imamı dün, minarelerde “Selahaddin nerede, Selahaddin nerede?” diye bağırıyor, sesleniyordu ümmete… Şeyh Yasin’ler, şehit olurken de aynı şeyleri söylediler. “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” bizlerin darb-ı meselidir. Elbette, İslam nurunu tamamlayacak ve iniltisi göklere ulaşan bu “ah’lar” bir şekilde muhataplarından çıkacaktır… Bundan hiçbirimizin şüphesi olmasın…

Dünya basınında algı ve yanıltma operasyonları fink atarken, bizler de boş durmayacağız elbet… Maddî-manevî güçlerimizi harekete geçirmek, çevremize şuur aşılamak, ulaşabildiğimiz her yere ulaşıp İslam davasını anlatmak, küfrün oyununu bozacak en mühim çabalardır… Her şeyden önce geçmişimiz “amel medeniyeti” diye geçiyor. “O Osmanlıdır, yaparak düşünür.” sözü ceddimiz için söylenmiştir. Bugün de bir usul olarak aynı şey geçerlidir… Lakin Hz. Peygamber (s.a.v.), bir yere sefere çıkacağı zaman, bir ay öncesinde kalplere onun korkusu düşerdi, ürkerdi müşrikler… Her fırsatı değerlendirerek öyle şeyler yapmalı, öyle bir duruş sergilemeliyiz ki korkan korksun, seven sevsin, yola gelen yola gelsin… Bizim kahramanlarımız ise asla bitmez… Mute Savaşı’na giderken kimin sırayla şehit, kimin sırayla komutan olacağı, düşmanın kalabalıklığı dahil her şey belli idi… Görünen o ki, taşlar çok hızlı bir biçimde, bugün yerine oturuyor… Her zaman söylediğimiz bir söz var: “Biz savaştayız…” İmam-ı Rabbânî’nin buyurduğu gibi “Afaki ve enfüsi putlardan kurtulmadan gerçek tevhide ulaşılmaz.” “Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar” şeklindeki ayetin tefsirleri de aynı kuşatıcılığa işaret etmektedir.

Bize düşen öne çıkmak, iyi doğru ve güzel olan ne varsa destek olmak, elinden geleni ardına koymadan yapmak… Evet, sayıları her geçen gün artan bir buçuk milyar Müslüman’ın olduğu bir dünyada, yaklaşık 8 milyon İsrail, dünyanın eşkıyalığına soyunmuş… Şehitlerimizin ruhu şad olsun, makamları yüceler yücesi olsun…

Allah’a emanet olun…