İtikadın Bozulması Amelleri Heba Eder

Allahu Teâlâ, günahkâr olduğunun farkında olup tövbeye niyeti olan veya tövbeye yönelmek isteyen kullarına karşı çok bağışlayıcı çok affedicidir. Bu şefkat ve merhametini, gerek kendi kitabı yüce Kur’an’da geçen sayısız ayetler ile gerek Efendimiz’in (aleyhisselam) mübarek lisanıyla yani hadisler aracılığıyla her fırsatta ifade eder. Ayetlerdeki önemli bir ayrıntıya da dikkat çekmek isterim. Rabbimiz’in bağışlama ve affının çokluğu her zaman bir mübalağa sığasıyla gelir. Yani Allah çok merhametlidir çok bağışlayıcıdır denir. Sadece, bağışlayıcıdır veya merhametlidir denilmekle yetinilmez. Nitekim Rabbimiz’in el-Ğaffar ism-i şerifi Arapça’da mübalağalı ism-i fâildir ve Allah’ın sıfatı olarak şu anlamlara gelir: Günahları çok örten, mağfireti çok olan, kullarının günahlarını pek çok bağışlayan.


GÜNAHLARIN ÇARESİ VE TEMİZLEYİCİSİ: TÖVBE
Yine Kur’an’da, günahkâr insanları uyaran, dehşetle sarsan ayetler de hemen aynı şekilde Allah’ın affının ve merhametinin çokluğuna vurgu yaparak sonlanır. Yani Rabbimiz, tövbe edenleri hemen affedeceğini haber verir. Kullarını korku, çaresizlik ve ümitsizlik içinde bırakmaz.
“De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşanlar! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir” (Zümer, 39/53)
Elbette bu ifadelerin bize verdiği veya vermek istediği mesaj çok önemlidir. Allahu Teâlâ kullarının tövbelerini çok arzu eden, çok isteyen ve onların kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmalarına razı olmayan bir Rab’dır. Bu meselenin daha iyi anlaşılması ve kavranması için bazen bu sevgi ve merhamet, Efendimiz’in (sav) lisanında çok şefkatli bir anne misaliyle bizlerin anlayış seviyesine indirilerek somutlaştırılır. Bununla ilgili ayet ve hadislerden bazı misaller verelim:
“Hiç şüphe yoktur ki ben; tövbe ve iman edenleri, iyi amel işleyenleri, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat edenleri elbette çok bağışlarım.” (Tâhâ, 20/82)
“(Rasûlüm!) Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.” (Hicr, 15/49)
Hazreti Ömer Saadet Asrı’nda şahit olduğu bir olayı anlatırken, bu hususta Efendimiz’in müjdesini bize de ulaştırıyor:
Bir savaş sonrasıydı. Esirler arasında çocuğundan ayrı düşmüş bir kadın da vardı. Kadıncağız çocuğuna olan özlemini gidermek için gördüğü her çocuğu kucaklıyor, bağrına basıyor ve emziriyordu. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) çevresindekilere:
“Bu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağına ihtimal veriyor musunuz?” diye sordu.
“Asla, atmaz!” dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem),
“İşte Allahu Teâlâ kullarına bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir.” buyurdu. (Buhari, Edeb 19, Müslim, Tevbe 22)

 


ŞİRKTE VE KÜFÜRDE ISRAR EDENLER AF KAPSAMINA GİREMEZLER
Şimdi asıl konumuza gelelim. Burada Allah’ın affettiği günahlar, şirk ve küfür içinde olmayan kişilerin günahlarıdır. Şirkte ve küfürde inat ve ısrar edenler bu çok geniş af kapsamı içine giremiyorlar, bu mesele çok önemli. Bu yazıda özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
Günahları genel itibariyle iki kategoride değerlendirebiliriz. Birisi, insanı Allah korusun kâfir edip din ve iman dairesinden çıkaran günahlar. Diğeri de din ve iman dairesinde kalmakla beraber insanın Allah katındaki derecesini düşüren, cezalandırılmaya müstahak hale getiren günahlar. Bu ikinci kategorideki günahlara karşı Rabbimiz’in çok toleranslı olduğu ayet ve hadislerde açıkça görülüyor.
Ama kâfir olan ve bu günahta ısrar eden kişinin duruşunu ve psikolojisini tahlil ettiğinizde ortaya küstahça, şımarıkça ve son derece çirkin, adaletsizce bir duruş ortaya çıkıyor. Asla, cürümü belli zavallı bir yaratığın girmemesi gereken bir psikoloji bu. İşte Allah’ın öfke ve gazabını, hem de sonsuza kadar, bu adaletsiz tutum içindeki insanlar çekiyor. Bu inanç ve psikolojideki kişiler, bu küstahlıklarından vazgeçmedikçe de af kapsamına maalesef hiçbir zaman giremeyecekler.
“Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulan günahı bağışlamaz. Şirkin dışındaki günahları, dilediği kimse için mağfiret eder. Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak ki o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” (Nisâ, 4/116)
 Kâfir olan veya şirk içinde olan kişiler, Allah’a karşı kibirlenen, onun hükümranlık sahasına tecavüze yeltenen, emirlerini tanımayan; aciz ve zavallı bir yaratık olduğunu unutarak, Allah’ın ona ikram ettiği gücü, kuvveti, aklı, küstahça bir tavırla yine Rabbine karşı kullanan; Allah’ın görüşünü beğenmeyip kendi görüşünü daha akıllı, daha mantıklı, daha faydalı bulan, hatta elinde güç ve imkân olursa bu görüşünü çevresine de dayatan, onları da cebren kendi görüşüne uymaya zorlayan kişilerdir.


ALLAH’IN HÜKMÜ ÜZERİNE HÜKÜM İLERİ SÜRMEK KÜFÜRDÜR
Evet, çok dikkat etmek gerekir; küçük bir mesele de olsa Allah’ın hükmü üzerine bir hüküm ileri sürmek küfürdür. Ve bu inanışın sonu ebedi bir cehennem hayatına giden yolun içerisinde yürümek demektir. Kâfirin psikolojisi o sebeple iğrençtir. Ama nefsine uymuş, içki içen, zina eden, kumar oynayan, en büyük günahları işleyen bir mümin bütün bu yaptıklarının yanlış olduğunun bilincindedir. Bir yandan bu günahları işler, bir yandan da Rabbine karşı yaptığı yanlışlığın utancını yaşar.
Sonuçta; “Rabbim senin emirlerinde yanlış yok, bunların hepsi doğrudur; ben de uymak istiyorum; ama nefsimin istekleri aklımı kullanmama engel oluyor; vicdanım yaptığım yanlışlıkları biliyor, ben her günahtan sonra üzülüyor ama şeytan ve nefsin tesirinden de bir türlü çıkamıyorum; beni affet ve bana günahlardan kaçınmam için yardım et.” şeklindeki bir psikoloji içindedir.
İşte bu düşünce içindeki veya psikolojideki müminler imanlıdır. Rabbinden ne zaman aman ve af dilese, hemen büyük bir şefkat ve merhametle ve akabinde mağfiretle mukabele görecektir. İnsanın ahiret sınavı da bu mücadelesinde gizlidir... Zira dünya hayatında insan günaha meyilli yaratılmış, günah olan şeylere de imtihan gereği ayrı bir zevk ve lezzet katılmıştır. Kişi imanının ve Allah sevgisinin gücüyle, bu zararlı şeyleri terke gayret gösterecektir ki bu onun imtihanıdır. Şu da bir gerçek ki bu günahları terk kolay değildir. Belki tekrar tekrar tövbe etmesi gerekecek ve bu mücadeleleri ta ki günahları terke kadar devam edecektir... O sebeple Efendimiz (sav) mümini, hiç günah işlemeyen değil; tövbe etmeyi terk etmeyen, bu konuda ısrarcı olan kişiler olarak ifade eder.


KÜFRE GİRMEMEK İÇİN ACİLEN İTİKAT KONULARI ÖĞRENİLMELİDİR
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz günah işlemezseniz, Allah sizi dünya sahnesinden giderir ve (sizin yerinize) başka bir ümmet getirir. Onlar, günah işlerler sonra Allah’tan bağışlanmalarını isterler. Allah da onları mağfiret eder, bağışlar.” (Müslim, Tevbe 11; Tirmizî, Cennet)
Müminler bu ikinci sınıftakilerdir. Kimi az kimi çok günah işler ama hepsi mümindir. Sonuç itibariyle de ebedi cennete namzet insanlardır. Peygamberimiz bu tür müminlerin en günahkârları için bile şefaat edeceğini vaat etmiştir. Ve her akıllı insan en azından bu çerçevede kalmaya özen gösterir. Zira en büyük günahları işlese de bu çerçevede kalması ahiret hayatı için çok önemli bir ayrıcalıktır. Müslümanların küfre girmekten çok korkmaları gerekir. Küfre giren kişi günahlarıyla değil, inancı ve kabulleriyle girer. Yani İslam’ın açık emirleri bellidir. Kur’an ortadadır. Kur’an’ın emirlerinden bir tanesini bile beğenmemek, tanımamak insanı günahkâr müminler safından çıkarıp kâfirlerin safına sokar. Bu sahada asla af ve tolerans yoktur. Yani küfründe sabit kaldığı, inat ettiği ve görüşlerini değiştirmediği sürece bu saha ebedi bir azabın sahasıdır. Bu sahada niye af olmadığını yukarıda biraz açıkladık: Yine ifade edelim ki bu kişi Allahın kendisine verdiği bir zerrecik aklı, bir noktacık ilmi ile Yaradan’a karşı bir savaşa girişmiştir. Hiçliğine, aciz ve zavallılığına rağmen benlik ve varlık iddiasındandır. Kendi aklını beğenip Yaradan’ın aklına, ilmine ve iradesine karşı küstahça bir küçük görme şımarıklığı, adaletsizliği içerisindedir. Bu mesele çok önemli bir meseledir. İslam âlimleri ameldeki kusurları normal kusurlar olarak görmüşler ama itikat alanına girince “Orada dur!” demişlerdir. Temel itikat konularında zerre yanlış olmaz. Bir Müslüman bu konuda hataya düşmemek, özellikle küfre girmemek için itikat konularını acilen öğrenmelidir.


İTİKATTA EHL-İ SÜNNET İMAMLARINA UYMANIN ÖNEMİ
Şimdi bizler ahir zamanda zor bir zaman diliminde yaşayan Müslümanlarız. Günahların her türlüsünün çok rahatça işlendiği bir zamanda yaşıyoruz. Günahlara düşebiliriz. Zaten mücadelemiz bu yönde her zaman devam edecek. Bu zor bir süreç, nefsle ve şeytanla mücadele ölene kadar bitmez. Ama itikat öyle değil. Bunun zorluğu da mücadelesi de yok. Doğruyu bir defa adamakıllı öğreneceksin, sonra bu imandan taviz vermeyip bu inanışını ölene dek koruyacaksın. “Allahım! Ben bu iman meselelerine senin kitabında yazdığın gibi, Resulünün söylediği gibi ve Ehl-i Sünnet itikat imamlarımızın öğrettiği gibi inanıyor, iman ediyorum.” diyeceksin, işte hepsi bu… Elbette ki bu imamlar da bu itikat konularını şahsi görüşleri olarak yazmamış, Kur’an sünnet gibi kaynaklardan almışlardır.
Kıymetli okurlarımıza âcizane tavsiyemdir; itikat konularıyla oynayıp bu konuda rahatça konuşmak ve fetva vermekten çekinmeyen, Allah korkusu az bazı zamane âlimlerinin sözleriyle, kafalarını ve kalplerini karıştırmasınlar. İtikadi konularını önce doğru bir şekilde öğrenip kabul ve tasdik etsinler, sonra da bu meselede asla tavize yanaşmasınlar. Ve her konuşanı, etiketine ve kariyerine aldanıp dinlemesinler.