Sistemin çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, burun direklerimize, dayanılmaz acılar verdirecek haddede. "Bu ülkeyi tanımak için, kimilerinin Babıali, kimilerinin ise Babıâdi dediği mekânda bulunmak lazımdır" düşüncesinde olan bir ferd olarak; "Sistem adamları"nın, akıl almaz derecedeki "münafıklığı"na şahit olmak, hassas yürekleri kasvete sürüklemeye sebep oluyor. Üç asırdır "su alan bir gemi" olan "Bu Ülke" insanları, elbette ki "Sahte kahramanları", elinin tersiyle savurup atabilecek dirayeti biiznillah kendinde bulacaktır. Ve bir sabah uyandığımızda, her tarafımızın "Sahte Kahramanlar Çöplüğü"ne döndüğünü gördüğümüzde, hayıflanmayı bir kenara bırakıp, "Mânâ Kahramanlan"nın eline, eteğine sarılacağız elbet...
İşte, böyle kasvetli kasvetli "İslâmbol’da günlerimiz geçerken, daha önceden, kutlu beldeye götürme sözü veren kurban, "Hadi seni bu akşam bir veli ziyaretine götüreyim" deyince, tereddütsüz "tamam" dedi... A. İkram... "İslâm bol"a yerleşen bir Azerbaycan Türk’ü... "Biz Azeri Türkleri Müslümanız. Allah (C.C.), biz müslümanların kırılmasına, zulme maruz kalmasına, katliamlara uğramasına, niye müsaade ediyor?" diye, sürekli "isyanlar" içinde, hâşâ "Allah’la kavga" halinde... Bir gün (8 Mayıs 1992, kutlu Belde’ye hareket ettiğimiz gün) ağlamak geliyor içinden. Gözyaşı dökmek. Doyasıya... Çok yakın arkadaşı ile birlikte Süleymaniye Camii be gidiyorlar. Namazlarını edâ ediyorlar. Ve Azerbaycan Türk’ü, doyasıya gözyaşı döküyor. Sonra karar veriyorlar: Menzil’e gidelim, diye. Öyle bir karar arefesinden sonra, tevafuk olarak karşılaşıyoruz: "Kurban, hadi gidelim.." Ve Menzili maksuda varmak üzere, o akşam, hareket ediyoruz...
Kutlu mekanlardayız artık. Azeri Türk'ü A. İkram da, "O Büyük Veli"nin mübarek elini öpüyor... "Tövbe alıyor" ve dileğini söylüyor: "Ya Şeyh, şu an Azerbaycan’da, çok elim hadiseler meydana geliyor. Dua eder misiniz, bu karışıklık son bulsun?" Allah Dostu Veli", ellerini açıyor, mübarek dudakları kıpırdıyor ve dua ediyor...
Tekrar "İslambol"a dönüyoruz. Akabinde, Azeri Türk’ü A. İkram ve sofi arkadaşı ile birlikte, Bakü’ye gidiyorlar. Bakü'ye indikleri sabah (14 Mayıs 1992), bir darbe ile Muttalibov Rus’un uşağı başa geçiyor... Akabinde, Halk Cephesi’nden de bir darbe.. Ve idare Halk Cephesi’nin, daha doğrusu, halkın, öz sahiplerin eline geçiyor. (15 Mayıs 1992) Karmakarışıklık durulmuş, hadiseler, Azeri Türklerinin lehine dönüşmüştü...
Azeri Türk’ü A. İkram, artık şöyle düşünüyordu: "Men önceden, haşa Allah’la (C.C.) kavga halinde idim. Halbuki, bizim müslümanlığımız bir 'kabuktan ibaretti. Çok eksikliklerimiz vardı. İsimde müslüman kalmıştık... "O Büyük Veli"nin elini öptüm, tövbe aldım. Azerbaycan Türklerinin kurtuluşu ve istiklali için, dua etmesini istedim... Gördüm ki, şayet Halk Cephesi, yani devletin öz sahipleri, idareyi eline almışsa, hadiseler Azeri Türklerinin lehine çevrilmişse, bu Şeyh’in, "O Büyük Veli"nin duası ile oldu. Men buna yürekten inanıyorum. Evet, biz tam müslüman olursak, Allah da bizimle olur..."
Dua müminin silahıdır...Allah dostlarının duası biiznillah kabul edilir.Azeri Türkünün yaşadığı haleti ruhiyeyi anlamak gerekiyor."Nasiplenip" daha da islamca düşünen ve yaşamaya gayret eden milletdaşlarımız da var.Bu ülke böyle"nasiplenen"Allahın kulları sayesinde düze çıkar inşaallah
Prusya Kralı 2.frederik(Büyük FRİEDRİCH)1761'deOsmanlı Türklüğüne bir dörtlüğünde şöyle sesleniyordu: "Baskı altında olanların dostu / Mazlumun kırbacı / Şark’ın, zafere aşina çocukları... Hilal Tuna’yı hakimiyeti altına alsın / Avrupa’nın günahlarının yerine, Asya’nın faziletlerini getirin..." (*) Kafkaslar’da Balkanlar’da ve OrtaDoğu’da, hala aranan, beklenen ümid: Osmanlı Türklüğü değil mi? Gel gör ki, "İslam’ı saha dışına" atan "Sistem" ve "nefslerine nizam" verememiş "sistem adamları"... "Diz çökün