“Allah’ın dinine göre, insanlara ve diğer varlıklara faydalı olmak ancak ahlak ilminin uygulanmasıyla gerçekleşir.” diyorsunuz. Konuyu biraz açar mısınız?
Ma‘rifetullaha göre ahlak; Hakk’ın insanlar için koyduğu hudutların edebine uymak olduğu gibi Allah’ın hayatın bütününe dair dilediği hak ve hukuka mâsivâ kirlerinden tamamen arınarak yaşanılan hâl ve edeptir. Bu ilâhî şuurla yaşayan kişinin her ameli ahlak hakikatini ortaya koyar. Biraz önce ifade ettiğimiz edep, sûfilerin hâlinde ve anlayışında, başta mevcudatın daha sonra Hakk’ın hak ve hukukuna riayet olduğu için yaratıcıya ve bütün mevcudata karşı olan mesuliyetimizin amel ile yerine getirilmesidir. İnsana karşı ahlakımız, Hakk’ın bize gösterdiği istikâmet üzere onlarla hayatı paylaşmamız ve insana olduğu gibi, her varlığa karşı ilâhî görevimizi yerine getirmemizdir. Konuyu yani sizin sorduğunuz “ahlak ilmi”nin ne olduğuna dair birkaç ayet zikrederek anlamaya çalışalım; “Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr, 59/9), “Onlar, kendileri muhtaç oldukları halde, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz” derler, (İnsan, 76/8-9), “Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir.” (Bakara 2/177). Bunun yanı sıra Allah, hayatımızın her konusunda yapmamız gereken her şeyi Kur’an da açıkladığını şu ayetle ifade ederek; “Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (En‘am, 6/59) buyurarak Kur’an ayetleriyle yaşanan hayatı “ahlak” olarak ifade etmektedir.
Diğer varlıklarla alakalı olarak da aynı hakikatleri görüyoruz. Zira Allah diğer mevcudatın Kendisine ibadet ettiğini onlarca ayette net bir şekilde beyan etmektedir. “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ, 17/44), “Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir.” (Nûr, 34/41), “Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur.” (Hac, 22/18) işte bunlar gibi onlarca ayetlerle varlıkların Allah’ı nasıl yaşadıklarını ve bizim de onların hak ve hukukuna olan riayetimizin ne olduğunu bilerek yerine getirmemiz onlara karşı ahlakımızı ortaya koyar. Onları incitmemek, eziyet etmemek, ihtiyaçlarını karşılamamız, Allah’a karşı olan ahlakımızın gereğidir.
Bu hakikatler çerçevesinde ilâhî ahlâk ve kişilik sahibi olan kimseler, bütün davranışlarında ilâhî ilimle hareket ettikleri gibi, kalplerinde ve belleklerinde düşündükleri ya da tahayyül ettikleri her şeyde rabbânî davranırlar. Böyle bir hayat yaşayan kişi, her hâl ve eyleminde neyi nasıl ve ne şekilde, kimin için yaşayacağının bilincindedir. Allah’ın ilmiyle terbiye alan kişi, insanlar ve diğer varlıklarla olan ilişkilerinde, onlara karşı davranışlarında ve onlar hakkındaki düşüncelerinde daima Allah için, edebi, hakkı ve adaleti düşünür. Bu tavrı gösterirken, her varlığın Allah’tan bir rûh/can taşıdığının inancıyla varlıklara nasıl davranacağının bilincindedir. Allah rızasını kazanmak anlayışıyla hâl yaşayan kişi, insanı incitmekten sakındığı gibi, bir böceği, bir bitkiyi ya da bir taşı incitmeyeceğinin de şuurundadır. Zira o, bütün varlıkların kendi ilâhî fıtratlarına göre Allah’ı yaşadığını bildiğinden ötürü onları incitmekten kaçınır. Bu şuuru kendisine öğreten yine Allah’ın ilmidir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.” (el-İsrâ, 17/44)
Sûfî, rabbânî ahlâk gereği, bütün varlıkların bir amaç, gaye ile yaratıldığının bilinciyle hiçbir varlığa gereksiz ya da çirkin olarak bakmamaktadır. O, Allah’tan aldığı ilimle her nesnenin, varlığın ilâhî dengenin sağlanması amacıyla yaratıldığını bilerek, farklı tür ve renklerden yaratılan varlıkların ilâhî âhengin sağlanmasının birer parçası olduğunun yanı sıra Allah’ın ilminin tezâhürleri olduğunun şuurunu taşır. Ve daha önemlisi, hayvan, bitki, taş ve insan olsun her varlık kendisine farz olan ilâhî tefekkürü gerçekleştirirken, yaratıcıyı eserleriyle okuyarak, Rabbinin farklı ilimleriyle aydınlanır/nûrlanır. Bütün bu eylemleri gerçekleştiren insan, Allah’ın farklı ilimlerini de idrak edip yaşarken, Allah’ın ilmi konusunda da daha fazla bilgilenerek Allah’a olan imanı pekişir. Zira Allah, kişinin kendi ilmiyle amelde bulunduğu sürece daha fazla bilgili olacağını şöyle ifade eder: “Allah’tan sakınanlara, Allah ilmini öğretir” (el-Bakara, 2/282). Aynı şekilde, “Ey inananlar! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” (Muhammed, 47/7). Allah’ın hükümleriyle tefekkür ibadetini yerine getiren kişi, gördüğü muhteşemlik ve cezbedicilik karşısında Allah’a olan hayranlığı ve hayreti artarak muhabbetin ziyadeleşmesine dönüşür. Bu muhabbet, tutkuya dönüşerek Allah’a olan bağlılığın sağlamlığına sebep olur. Bu anlayışı benliğiyle kabul edip yaşayan kişinin hayatı tamamen rabbânîleşir ve Allah’ın ahlâkını yaşamaya başlar. Bu ahlâkı yaşayan, bütün yaratılanlara, mevcûdata sevgi, saygı, merhamet, şefkat ve minnetini ilikleriyle yaşayarak gösterir. Bu davranış ilâhî kişiliğin de gereğidir.
Ahlakî bir hayat yaşanması için olmazsa olmaz şartlar neler olabilir? Teorik ve pratik ahlak ayrımına göre de bu soruyu cevaplar mısınız?
Öncelikle şunu ifade edelim, Hakk’ın iman edenler için ahlakı “teorik” ya da “pratik” olarak ayırması söz konusu değildir. Bu gibi yapay ayırımlar Batılı düşünürlerin değerlendirmeleridir. Maalesef bu tabirler daha sonra “İslâm ahlakçıları” tarafından da kullanılmıştır. Onun için bu konu Hakk’ın muradının dışında bir ahlak anlayışı olduğundan dolayı üzerinde durmayalım. Allah’ın bir mü’minde dilediği ahlak ya da hayat, Allah’ın ayetleriyle ifade buyurduğu ve Hz. Peygamber’in de bu hakikatleri hayatında fiili olarak ortaya koyduğu hakikatlerdir. Ahlak dediğimiz hakikat, Allah’ın insanın kendisinin muradınca yaşaması için ortaya koyduğu ayetlerle net bir şekilde ifade edilmektedir: “Mûsâ, “Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir” dedi.” (Tâ hâ, 20/50). Aynı şekilde “Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (en-Nahl, 16/89; el-Hâc, 22/16) gibi benzer ayetlerle, ahlakın Kendisinin dilediği hayatın yaşanması olduğunu net bir şekilde ifade buyuruyor. Aynı şekilde Allah’ın hükümlerine göre yaşamak, O’nun ahlâkını yaşamanın yanı sıra O’nun tayin ettiği kişiliği de taşımak demektir. Kur’ân ahlâkı, Kur’ân’ın verdiği ilim ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bu ilme göre ortaya koyduğu usve-i hasene yani örnek davranışla ortaya çıkar. Zira Allah, bu ahlâkı şöyle ifade etmektedir: “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (el-Bakara 2/151).
Allah’ın insandan murat ettiği hayatın örnekliğini ortaya koyan Hz. Peygamber (s.a.v.), kendi beşerî nefsinden ve düşüncesinden çıkan bir ahlâkı yaşamamış bizzat Allah’ın terbiyesinden geçerek, Allah’ın dileğinin dışında bir yola girmeden, Allah’ın belirlediği hayatı yaşayarak insanlara örnek olacak bir ahlâkı ortaya koymuştur (ilâhî terbiye ile bu hayatı yaşaması takdir edilmiştir). O, sadece bir insan olarak, Allah’tan aldığı görev gereği hayatını şekillendirdi: “De ki: “Ben, yalnızca sizin gibi bir insanım. Şu var ki bana, ilâhınızın, sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim rabbine kavuşmayı bekliyorsa dünya ve âhirete yararlı iş yapsın ve rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.”” (el-Kehf 18/110; Fussilet, 41/6-7). Peygamber’in kendi isteklerini insanlara hayat anlayışı olarak sunması asla mümkün değildir. Allah bu konuda şöyle buyurur: “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. (Size okuduğu) Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.” (en-Necm, 53/3-4). Yine Allah, Hz. Peygamber’e gelen hakikatlerin konusu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın, kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”” (Âl-i İmrân 3/79). Hz. Peygamber (s.a.v.) ya da diğer peygamberler, Allah’ın bu hükmüne muhalif bir davranış içerisine girmiş olsalardı, Allah, kendilerini şiddetli bir şekilde cezalandıracağını şu ifadeyle beyan eder: “Eğer Peygamber, bizim adımıza bir söz uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık, sonra onun şah/can damarını koparırdık, hiç kimse de bunu engelleyemezdi.” (el-Hâkka, 69/44-47).
Kısacası mü’minler/sûfîler, Allah’ın Kur’ân’da açıkça ortaya koyduğu hükümleri, Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi yaşayarak bir hâl/ahlâk sahibi olmayı gaye edinmektedir. Bu hakikat da ancak Allah’ı Allah’la tanıyıp hayatın her aşamasında, evresinde O’nu yaşamakla mümkün olur. Bunun sonucunda Allah’ın Rasûlune olan şu hitabı gerçekleşir: “Sen yüce bir ahlâk üzerindesin” (el-Kâlem, 68/4). “Peygamberin ahlâkı da Kur’ân’dı.” Yine aynı şekilde başka bir rivayete göre, sahabeden bir grup, Hz. Aişe’ye Hz. Peygamber’in ahlâkını sorduklarında, O da sahabenin bu sorusuna, hayretvâri bir ifadeyle cevap verir; “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’ândı.” Bundan dolayı Allah’ın insandan kendileri için yapmasını istediği her şey, ahlâktır. Ahlâkı, Hakk’ın muradından ayrı görmek bir insanın bedeninde derisini soymak ya da canını almak gibidir. Ahlak, Allah’ın insanda yerine getirmesini dilediği hakikatlerdir. Allah da insandan hayrın dışında bir şey de dilememektedir.
Ahlakı orijinal, öznel ve otantik kılan şey nedir? Ahlak niçin bu denli özeldir?
Ahlak, insanlık tarihi boyunca her toplumda her düşünce ve dinde insanların özel ve sosyal hayatta göstermiş oldukları davranışlar olarak kabul görmüştür. Farklı ahlak kuramlarına bakıldığında ahlak, “davranış bilimi” olarak kabul görmüştür. Her düşünür ve düşünce ekolu kendi anlayışlarına göre ahlaka farklı tanımlar ve değerlendirmeler getirmişler ve getirmektedirler. Bazıları ahlakı, aynı anlayışta olan insanların egoizmlerinin aynı noktada buluşması olarak görürken bazıları da ahlakı, insanların birbirlerinin lehinde hareket ederek her türlü egoistlik anlayışlardan uzak durmaları olarak görürler. Düşünürler ise genel olarak ahlakı teorik olarak ele alıp yorumlamışlardır. Onlar, farklı ahlakî yaklaşımlardan bahsetmektedirler. Onlara göre; duyguların baskın olduğu “duygucu ahlak”, diğer insanların acılarının ve mutluluklarının hissedildiği “sempati/duygudaşlık ahlak”, başkaları için fedakârlığın baskın geldiği “digergamlık ahlakı”, “şekli, duygu, menfaat, iyilik ya da davranış ahlakı” gibi anlayışların ötesinde ilahi iradeyi esas alan “görev ahlakı” gibi farklı ahlak yaklaşımları vardır.
Kur’ân ahlakı ise bütün bu ahlak anlayışlarının ötesinde Allah’ın insanda onun huzuru için yaşamasını dilediği ahlak; ilim, iman ve din anlamına gelen hakiki hayatın kendisidir. Bu yüzden Allah’ın insanda yerine getirmesini dilediği her ibadet ahlakın bir unsuru ya da esasıdır. Allah da insandan sadece huzurlu bir hayat/ahlak dilediğine göre, bu ahlak/hayatta mâsivâ/beşerî hiçbir kir bulaşmadığı için ilâhîdir. İlâhî olan da; orijinaldir, özneldir, otantiktir. Kısacası Hakk’ın ma‘rifetiyle şekillenen hayat/ahlak her cephesiyle beşer üstü bir hakikatten mayasını aldığı için hem estetiktir hem de yaşama sanatının diğerleri tarafından tadılmayan bütün güzelliklerini içinde barındırmaktadır.
Ahlak anlayışları içinde Muhâsibî’nin ahlak anlayışının özel ve güzel bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Biraz bahseder misiniz?
Muhâsibî, yazmış olduğu eserlerde bir sûfîde bulunması gereken ahlâkı, Kur’ân’a göre hâl ortaya koymaya bağlamaktadır. Muhâsibî, ahlâk anlayışını, kişinin benliğini Allah’ın muradına göre şekillendirerek, beşerî benlikten arınmak üzerine temellendirir. Onun ahlâk anlayışında, insanın hâlinin, davranışlarının Allah’ın hükümlerine göre terbiyesi, eğitimi ve ıslah edilmesi vardır. O, bir mü’minin sahip olduğu ahlâkı, başta Adâbun’n-nüfûs ve er-Riâye li hukûkillah adlı eserlerinde olmak üzere genel olarak bütün eserlerinde işlemektedir. Muhâsibî’nin ahlâk anlayışının temelini, Allah’ın hükümlerine göre yani dinin kaide ve kurallarına göre yaşamak gerçeği oluşturur. Allah rızasını kazanmak ve O’nun rızasına göre hâl yaşamak mü’minin hayatının/ahlâkının gereğidir. O, ahlâkı, mü’minin kurtuluşunun hedefi olarak görmektedir. Muhâsibî, mü’minin ahlâkının, Allah’ın otoritesine yani Allah’ın gönderdiği vahye bağlı olduğunu onunla şekillendiğini ifade ederek, kişinin ahlâkının Allah’ın hükümleri doğrultusunda eğitilirse güzelleşeceğini ve herkesin o güzelliğe meyl edeceğini söyler. Ona göre, insanın ahlâkının, ancak Allah’ın hükümlerine göre hâl yaşadığı takdirde ahlâk olabileceği ve bunun da tam bir teslimiyetle mümkün olacağını ifade eder. Muhâsibî’ye göre ahlâk, temelini Allah’ın buyruklarında bulur. Muhâsibî, diğer bazı İslâm ilahiyatçılarının aksine, din ve ahlâkı birbirinden ayırmamakta, ikisini farklı disiplinler olarak görmemektedir. O, ne dinden ayrı bir ahlâk ne de ahlâktan ayrı bir din anlayışı kabul etmemekte ve tam rabbânî bir anlayışla Allah’ın rızasına göre bir hâl ortaya koymaktadır. Muhâsibî, net bir şekilde ahlâkın ölçüsünü dine yani Allah’ın koyduğu ölçülere bağlamaktadır. Ona göre, Allah’ın dilediklerini O’nun için yapmak, yapma dediklerini de O’nun için yapmamak ahlâktır.
Röportajın devamını dergimizden okuyabilirsiniz.