Tanrı’nın varlığı, O’nun evren ve insan ile ilişkisi temel düşünce meselelerinden birisidir. Bu üç temel diğerine indirgenemez, bütün insani belirlenimler bu üç realiteye uygun olarak formüle edilmelidir. Bunlardan birinin ihmali entelektüel ilişkilerin yanlış yola sapmasına yol açar. Bu temel üç referansın herhangi birinden yararlanmayı düşünmediğimiz anda, insani durumun anlamının bozulmuş olduğunu farkederiz. İnsan bilgi ve faaliyetleri belirli bir moral zemine inşa edilir. Allah’ın bütün varlığın yaratıcısı olması ve hikmetsiz iş yapmayacağı inancı Müslümanlarda çevre dostu bir şuur oluşturmaktadır. Bu bilincin en güzel örneklerini, yaşayan mesaj olan peygamberlerin hayatında görmek mümkündür. Tabiatın fenomenleri Müslüman açısından kutsal anlam-değer kodlarıyla kodlanmıştır. Zira Kur’an, tabiatın fenomenlerini Allah’ın ilim, irade ve kudretinin delilleri olmak üzere “âyet” olarak isimlendirir. Elçiler insanları hidayete bu âyetlerle davet ederler. Nebevî mesaj, idealist bir çevreci ahlâkî ruh, manâsına sahiptir. Profan çevrecilik dünyevi pragmatizmi ne kadar geniş içerikle ele alırsa alsın nebevî çevreciliğe göre daha sınırlı ve dar bir anlam içeriği oluşturur. Nebevî çevrecilik ise âhireti (sonsuz mutluluğu, saâdet-i uzmâyı) kazanmanın çevreyi korumadan ve mamûr etmeden geçtiğini, çevremizdeki canlı-cansız her varlığa sevgi ve şefkat duymadan ilâhî merhametle muamele göremeyeceğimizi bildirir.
Yeryüzünün neresinde bir hayır eseri varsa, her hangi bir millette parlayan bir örnek yaşayış göze çarpıyorsa, nerede bir ıslah hareketi, yüksek bir ahlâk, temiz bir vicdan, saf bir kalp varsa bunlar hiç şüphesiz, peygamberlerin tesirinden azade olmayıp, onların tebliğlerinin bıraktığı izlerin önemli işaret ve alametleridir. Hükümdarların kılıçla, silahla hâkim olamadıkları, tesir edemedikleri insan topluluklarına peygamberler hiçbir zorbalık yapmadan ilâhi mesajla hitap etmiş, örnek yaşayışlarıyla onları eğitmiş erdemli, adil, müreffeh, huzurlu bir toplum düzeni oluşturmuşlardır. İsimleri hep hürmetle anılmış, yaşantıları çağlar boyu insan topluluklarına yol göstermiştir. Vahiy kültüründen uzaklaşan medeniyetler müsbet, erdemli yönlerini birer birer yitirmeye yüz tutmuşlardır. Teknolojinin ilerlemesi insan ruhunun yücelmesi, yüksek ahlak ve erdemlerle bezenmesi anlamına gelmemektedir. Hatta modern çağın teknolojik ürünler yelpazesi çok güçlü bir illüzyon yaratmakla kalmayıp araç olmaktan çıkıp amaç haline gelebilmektedir. Kişinin kendisini Allah’ın lütfettiği nimetlerden bütünüyle yoksun bırakması İslam’da önerilmez aksine Arapların cahiliyye dönemi adetlerinden sayıldığı için kınanır. Diğer yandan önemli bir nebevî ilke de kişinin sürekli erdemle şartlı kılınmasıdır. Yalnız fiziksel bir ihtiyacı karşılama saikiyle hareket edilmez, davranışlara helal oluş, hakedilmişlik, israf etmeme ve diğerkâmlık gibi uhrevî anlamlar da eklenir. Bu gibi değerlerin dikkate alındığı hatırda tutularak besmele ile nimetler tüketilir. İslâm hayatın maddî ve ruhsal değerleri arasındaki bağı dinamik tutmak bakımından da önemlidir.
Çevre ahlakına dair pek çok prensip dile getirilebilir, ancak bunların ahlak halini alması ciddi irade gerektirir. Peygamberlerin getirdiği mesajda ve sergiledikleri tutumlarda insan fiillerini sevap-günah değerleriyle anlamlandırdıklarını görüyoruz. Onlara tabi olanlar bu değerlerle hareket etmek durumundadır. Yunus Emre’nin “Yaratılanı hoş gördük Yaratan’dan ötürü.” şeklindeki veciz ifadesi, fiillere sevap-günah değerlerini yükleyenlerin Yaratıcı’nın hoşnutluğu için yaratılanlarla müsbet ve sevgiye dayalı bir ilişki yürütme durumunda olduklarını anlatır. Halen inananlar üzerinde büyük tesir icra eden peygamberlerin çevre dostu ahlakının tanınması çevre sorunlarının aşılmasında yararlı olacaktır. Modern zamanların ahlâk ve erdemlerin bilimsel ilerleme ile paralel irtifa kazandığı gibi üzerinde düşünülüp tartışılmamış garip önyargıları vardır. Kendinden önceki devirleri karanlık dönemler olarak küçümser. Modern insanın cehalet ve kötülüğün tüm dünyayı esir aldığını sandığı devirlerde yaşayan peygamberler halen insanların en çok saygı duyduğu ve özendiği insanlardır. Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve diğer peygamberler bugün de insanların en çok sevip hatıralarına ve sözlerine değer verdiği kimselerdir. Bu peygamberlerin erdemleri, ahlâkî tavırları bir sosyal çevrede gerçekleşmiş, büyük topluluklar onları örnek alarak hayat sürmüşlerdir. Çevre sorunlarının temelde bir ahlak ve zihniyet sorunu olduğunu kabul etmek gerekir.
Hz. Âdem ve Kavramlar
Müslümanlar arasındaki yaygın anlayışa göre çevreye anlam değer yükleyen ilk akıllı, iradeli varlık Hz. Âdem’dir. İlk peygamber Hz. Âdem kaybetmek istemediği ilk çevresindeki nimetlerin değişmeden, bozulmadan sürekli olması arzusuyla hareket etmekteydi. Bu arzu saikiyle ve deneyimsizliğin kurbanı olarak ilk çevresinde yasayı ihlal etti. Hak edişle gelmediği yerin değerini eksik kavrayan Hz. Âdem yasak meyve günahıyla mahrumiyetler yaşadı. Sonraki hayatı bozulmamış, mükemmel çevreye özlem duymakla geçti. Kaybedilen Cennete yeniden kavuşmak için Allah’ın kendisine lütfettiği irade ve bilgi üretme yeteneğini kullandı. Şayet kendisine dünya hayatı ile ilgili şeyler öğretilmemiş olsaydı, O’nun dünya hayatına intibak etmesi ve yaşaması hemen hemen imkânsız olurdu. Hz. Âdem’e ilâhi bir lütuf olarak öğretilen isimlerle bütün varlık adlandırılacak ve bu insanlık medeniyetinin temelini oluşturacaktır. İlk insan Hz. Âdem’e isimleri öğreten Yaratıcı, medeniyetin temelini atmış, insanlar arası iletişimin mayasını çalmıştır. Ayet insana kavram üretme yetisinin verildiğini yahut bu yetenekle birlikte iletişim ve anlam evreninin oluşması için bir kısım temel kavramların verili olduğunu da anlatıyor olabilir. Bilgi üretme yeteneği verilen insana yeryüzünde Allah’ın halifesi sorumluluğu yüklenmiştir. Bu insanın yeryüzünü maddi manevi açılardan mamur etmesi ve bitki, hayvan ve cansız tabiatın sorumluluğunu emaneten yüklenmesi anlamına gelir.
Bu isimler olmasa ne ihtiyaçlar anlaşılırdı ne de onların bulunduğunu bir kimsenin bilmesi mümkün olurdu. İnsanların anlaşması, kaynaşması, beraber verimli bir şekilde yaşaması, medeniyetler kurması ancak isimlerin bilinmesi ile mümkün olur. Ekolojik sorunlarla baş edebilmek ve çevre dostu ahlak geliştirebilmek için dikkatle seçilmiş kavramlar üretmek gerekmektedir.
Maddi evrenle ilişkimizi kavramlarımız vasıtasıyla kurduğumuza göre aktüel ve olası çevre sorunlarını aşmak ve çevre dostu bir anlayış geliştirebilmek için özenle seçilmiş terimler üretmemiz ve bu kavramlar etrafında geniş mutabakatın hayatiyete geçirilmesi gerekmektedir. Meselâ “emanet” kavramı tüm insanların çevreye bakışının dayandığı temel kavramlardan olması gereklidir.
Bugün yürürlükte olan “tabiata hâkim olma” düşüncesinin, dinî bakış açısı olan, insanın “tabiatın gözcüsü, bekçisi, emanetçisi olması” düşüncesinin yerine zorla oturtulduğunu söyleyen pek az kimse çıkmıştır. Kur’ân “her türlü hükümranlığın” Allah’a ait olduğunu vurgulamaya büyük önem vermiştir. Müslüman mülk edinme ve onun üzerinde tasarrufta bulunmada daima mülkün gerçek sahibini hatırda tutar. Tıpkı insanların çevrenin bir parçası olması gibi, doğanın da onun sorumluluğunda olduğunu söylemek, boyun eğme ve egemenlik çevresinde yapılanmış bir ilişki yerine, doğa ile insan arasında karşılıklı ve bütünleyici bir ilişki ifade etmektir. Ne insan ne de doğa biri diğerinin içinde eritilmemiş olmaktadır.
Nebevî tebliğe kulak veren herkes her şeyin hakiki, mutlak sahibinin Yaratıcı olduğu şeklindeki açık vurguyu hemen farkeder. İnsanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olması, yeryüzünde tahakkümde bulunması için değil, yeryüzünden sorumlu olması anlamındadır. Zira Kur’ân’da insanın yeryüzündeki her türlü faaliyetinin imtihan olduğu sık sık vurgulanmaktadır. Son tahlilde insan yeryüzünde sorumlu bir emanetçidir. Yüce Allah evreni yaratarak akıllı ve irade sahibi insanlığa emanet etmiştir. İlk insandan kıyamete kadar bu emanet görev nöbetleşe sürdürülmektedir.
Yazının devamını dergimizden okuyabilirsiniz.