Derleyen: Nail Başeski
Kader konusu İslam’da anlaşılması zor konulardandır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Kader hakkında fazla konuşmayın, çünkü sizden evvelkilerin çoğu ondan kaybetmiştir.” (Tirmizî, Kader, 1) diyerek bu konunun üzerinde durulmasını, araştırılmasını pek tavsiye etmemiştir.
Kader nedir? Bizim için önceden yazılmış, planlanmış bir hayat mıdır ve biz bu hayatı bir sinema senaryosu gibi yaşamak zorunda mıyız? Veya başka bir ifade ile kader, irademizin etki etmediği ve yaşamak zorunda olduğumuz olaylar silsilesi midir?
Elbette ki bu ifadeler doğru değildir, zira insan kendi hayatına dahi baktığında yaşamına etki eden iki farklı olay olduğunu görecektir. Birincisi, iradesi dışında onun adına tercih edilmiş olaylar, ikincisi ise özgür iradesine bırakılmış olaylar. Yani insan farkındadır ki bazı hadiseler iradesi dışında gerçekleşir. Mesela, yaşadığı zaman dilimi, annesi, babası, kadın veya erkek olması, fiziksel ve ruhsal özellikleri, ırkı, milleti, yaşadığı coğrafyası, köyü, ili, ilçesi gibi birçok şey ona önceden takdir edilmiş, taksim edilmiş şeylerdir. Bu konuda insanın özgür iradesinin bir dahli yoktur.
Fakat hayatımızda iyi ve kötüyü tercih etmede, doğruyu ve yanlışı onaylamada ve kendimize bir hayat görüşü tercih etmede irademizin olduğu da inkâr edemeyeceğimiz bir gerçektir. İşte bizim de imtihanda olduğumuz alanlar, yalnızca irademizle tercih edebileceğimiz konulara ilişkin olanlardır. İrademizin dışında bize verilmiş imkânlar veya yaşamak zorunda olduğumuz olaylar, öğrencilere sınav sırası verilen kâğıt, kalem, silgi gibi sadece sınavımız için hazır verilmiş, imtihan vesilelerinden başka bir şey değildir. Elbette ki bunlardan dolayı sorumluluk da yoktur.
Kader meselesinin anlaşılma zorluğu nedeniyle, İslami anlayışı çok değişik olan görüşler ve bu görüşlere bağlı olarak da farklı mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu konuda mezheplerin bir kısmı ifrata düşmüş, bir kısmı da tefrit bataklığına yuvarlanmıştır. Mesela, bir kısmı “Cebriyye” mezhebi gibi cüzi iradeyi tamamen inkâr etmiş yok saymıştır, bir kısmı da “Kaderiyye” mezhebi gibi her şeyi, kulun belirlediğini savunarak kaderi tamamen kulların iradesine teslim etmiştir. Böylece ikisi de doğru yoldan ayrılarak , “Ehl-i Sünnet” inancının bid’at ehli saydığı sapık zümrelerden olmuşlardır. Neticede ortaya çıkan bu tür sapkınlıklar da zaman içerisinde, Efendimizin (s.a.v.): “Kader hakkında fazla konuşmayın.” uyarısının ne kadar haklı olduğunu mucizevi bir şekilde ortaya çıkarmıştır.
Ehl-i Sünnet mezhebi doğru olanı en güzel şekilde tespit etmiş, ne kulun iradesini yok saymış ne de işi tamamen kula bırakmıştır. Elbette akl-ı selim ve vicdan sahibi olan her kişi onaylar ki doğrusu da budur. Zira insanın pratik yaşamından edindiği bilgi ve tecrübeler de Ehl-i Sünnet’in görüşünü ispat eder niteliktedir.
Yazının devamını dergimizden okuyabilirsiniz.